17 Kasım 2015 Salı

Hazine Bonolarından Batılır mı ?

Güç bela biriktirdiğiniz bir 10,000 liranız var diyelim.. Biz buna birikim diyoruz..

Bu parayla  1 yıl sonrasına %10 faizle 11,000 liralık hazine bonosu aldınız ve vade sonuna kadar dokunmadınız.. Biz buna yatırım diyoruz..

Veya varsayalım bu parayla bir hisse senedi seçtiniz ve o hisseden 1 yıllık hedefle satın aldınız ve bu 1 yıl süreyle hiç alım satım yapmadınız bu süre sonunda hisse senedinin temettü getirisi ve piyasa fiyatı toplamı 10,000 liranın üstündeyse bu karınız demektir.. Biz buna da yatırım diyoruz..

Bunları sevmediniz ve bu paranızın tamamıyla altın, gümüş, dolar, euro veya başka bir döviz satın aldınız - her ne kadar bazı ekonomistler dövizi yatırım aracı saymasalar da - ve 1 yıl süreyle tuttunuz.. Biz buna da yatırım diyoruz..

Bu örnekleri arsa, gayrımenkulle, banka mevduatı vs. çoğaltmak mümkün..

Bunlar dediğimiz gibi yatırımdır ve ekstrem şeyler olmazsa getirileri farklı olsa da çok büyük ihtimalle batmazsınız..

Peki buradan çıkalım ve şöyle örnekler verelim..

10,000 liranıza (ya da karşılığı yaklaşık 3,500 dolarınıza) bir arkadaştan/akrabadan/bankadan/aracı kurumdan/forex şirketinden isteğinize veya kredibilitenize ve borç verenin agresifliğine bağlı olarak 3,500 dolardan başlayarak 350,000 dolara kadar borçlanabilirsiniz.. Ve bu parayla hazine bonosu /devlet tahvili/hisse/Borçlandığınız paranın oranına göre artık siz bir spekülatör veya manipülatör veya kumarbaz olarak tanımlanabilirsiniz.. Çok büyük paralar kazanabilirsiniz veya çok hızlı batabilirsiniz..

Bu tip miktarlar için çok hızlı batma ihtimaliniz %99,9 dur.. Çok büyük para kazanma ihtimaliniz de geri kalan %0,1 dir.. Piyasa sizin üç kuruşunuzu elinizden almak isteyen profesyonellerle doludur ve inanın çok mu çok aceleleri vardır..

Dünyada bilgi akışı, bilgiye erişim her geçen gün hızlanmaktadır ve artık demode olmuş tabirle dünya büyük bir köyden ibarettir.. Eskiden bilgi akışı yavaşken ve herkes eşit oranda faydalanmazken büyük paralar kazanmak çok kolaydı.. Artık bugün bu pek mümkün değildir.. Milyarlarca hatta trilyon dolarlara hükmeden devletler, merkez bankaları, büyük bankalar, büyük fonların karşısında maalesef hiçbir şansınız yoktur..

Kararlarınız uzun vadede doğru olsa bile zamanlamanız yanlışsa 1 e 100 kaldıraçla taşıdığınız bir pozisyon siz ne olduğunu anlamadan sıfırlanır..

Şimdi yazımızın konusuna gelelim hazine bonolarından/devlet tahvillerinden batılır mı.. Hemen cevap verelim.. Evet ! Batılır.. Hem de hergün piyasalarda yüzlerce oyuncu batmaktadır.. Piyasalarda artık bilinen FX enstrümanları (pariteler, viop, uluslararası hisse endeksleri vs.) dışında bizde henüz likit olmayan faiz enstrümanları da vardır ve bunlardaki günlük hareketler her gün onlarca/yüzlerce oyuncunun batmasıyla son bulmaktadır..

Bizde ise oyun farklı oynanmaktadır.. Devlet politikası olarak dış kaynak/finansman bulabilmek amacıyla bazı dönemler düşük kur yüksek faiz uygulanmaktadır.. Bu uygulamalar belli dönemlerde çok tatlı ve fahiş karlar yaratmaktadır.. Tabii her tatlı ve fahiş dönem gibi bu dönemlerin de sonsuza kadar devam etmesi mümkün değildir.. Bu tip politikalar sonunda herhangi bir bahaneyle duvara toslamakta, panik satışlarla aynı anda yüksek faiz ve büyük bir devalüasyonla karşılaşılmaktadır..

Türkiye yakın zamanda bu tür bir fotoğrafla iki kez karşılaşmıştır.. Bunların ilki 1994 krizi, ikincisi de 2000/2001 krizinde gerçekleşmiştir..

Demirbank vak'ası bunların ikincisinde gerçekleşmiştir..  1953 te kurulan Demirbank hayatımıza "Demirbank hayırlı günler diler" sloganıyla girmiş, yanlış hatırlamıyorsam 1985'lere kadar kendi halinde mütevazı bir banka olarak devam etmiş, 1985 te yönetimi Halit Cıngıllıoğlu'nun almasıyla agresif bir büyümeye başlamıştır.. Uzun yıllar piyasada doğru yerde doğru zamanda bulunmanın avantajlarını iyi kullanmış 2000 yılı itibariyle %51 ini 3,5 milyar dolara HSBC 'ye pazarlar duruma getirmiştir..

Gelinen noktada bir yanlış hesap bankanın sonunu getirmiştir.. 1 milyar dolarlık özkaynakla 6 milyar dolarlık Türkiye Cumhuriyetinin  hazine bonosu/devlet tahvili riski alınmıştır.. Kalan 5 milyar dolar dış kaynakla fonlanmış yani dış borç edinilmiştir.. 2000 sonunda aniden patlayan devalüasyon ve fırlayan faizler eldeki varlıkları sıfırlamış borçlar ise katlanmıştır.. Esasında bankanın büyümesi ve bu seviyeye gelmesindeki esas gelir kalemi uzun yıllar bu enstrümanlar olmuştur..

Demirbank olayı bizim gibi ülkelerde herkesin başına gelebilecek olaylardandır.. Bu nedenle yöneticilerini olsa olsa "müdebbir tüccar" olmamakla suçlamak mümkündür..

Bugün ise ülkenin özel sektörü tümüyle aynı durumdadır.. Korkarız ki, bu sefer ki konsolidasyon 2000/2001 deki gibi sadece bankalarda olmayacaktır.. Tüm özel sektörlerde böyle bir konsolidasyon mümkündür..


4 Kasım 2015 Çarşamba

Tek parti iktidarı krizi önleyebilir mi ?

Son "Üniforma" başlıklı yazımızın sonunda şöyle demiştik..

"Halk bütün bu insanların maaşlarını kendisinin ödediğinin farkında değildir.. Faciası onun yerinde olsa o da aynı şeyleri yapacaktır.."

Bu yazıdan üç gün sonra seçimlere gittik.. YSK henüz resmi sonuçları açıklamasa da 13 yıldır iktidarda bulunan AKP 317 milletvekili ile tek başına iktidar.. Yapacak bir şey yok.. Madem ki demokrasi diyoruz, bununla da yaşayacağız .. Esasında şaşılacak bir şey yok, ülkenin geneli %60-65 lik "sağ muhafazakar seçmen"den oluşuyor.. Bu 1950 den bu yana böyle.. Solun oyu %35-40 civarında kalıyor.. Bu kadar yoksulluğun, yolsuzluğun, yasakların olduğu bir ülkede sol bu halde kalıyorsa bizce kendine bakmalıdır.. Bu derin analizleri ülkede mebzul miktarda bulunan siyasilere ve siyasi analistlere bırakarak yeni dönemde bizleri neler bekliyor onu irdeleyelim..

Dünya 2008 büyük krizinden sonra alışılmadık bir yola sapmış, tüm sorunlarını para basarak halletme yoluna gitmiştir.. Bugün geldiğimiz noktada gelişmiş ülkelerin merkez bankaları bilançoları devasa boyutlara ulaşmıştır.. 2003 yılından 2008 yılına kadar 800-900 milyar dolar seviyesinde seyreden Fed (Amerikan Merkez Bankası) bilançosu Eylül 2008 de başlayan çılgınlıkla bugün itibariyle 4,5 Trilyon dolara ulaşmıştır.. ECB (Avrupa Merkez Bankası) bilançosu 1 trilyon Euro civarından 3 trilyon  Euro'ya yükselmiştir.. BOJ (Japon Merkez Bankası) bilançosu 800 milyar dolardan 3 Trilyon dolara ulaşmıştır..Bunları çoğaltmak mümkün..

Esasen 2008 krizinde dünya ekonomileri çok daha büyük bir sorunla, üçkağıtla, dolandırıcılıkla yüzleşmek zorunda kalmıştır.. Derivative (Türev Ürünler).. 2008 yılında 700 Trilyon dolar boyutunda olan bu atom bombası 2012 yılında bazı kaynaklara göre 1,200 Trilyon dolara yükselmiştir.. Dünyanın tümünün Brüt hasılasının 70 Trilyon dolar olduğu düşünülürse elimizdeki bombanın büyüklüğü daha kolay anlaşılabilir..

Bunlar büyük rakamlar ama, mevzuya gelmeden önce bahsetmek gerekiyordu.. Dış borcumuz AKP iktidara geldiğinde 129 milyar dolarken, dünya krizinin geldiği yıl olan 2008'e girdiğimizde 250 milyar dolara ulaşmıştı.. Ondan sonraki 7 yıllık durgun ekonomide 405 milyara çıktı.. Önce Derviş'in uyguladığı müstemleke politikaları sayesinde 2008 e kadar akan para, peşinden de tüm dünyada kontrolden çıkan para arzı sayesinde 13 yıllık dönemde ülkeye inanılmaz para geldi.. Bu paraların hiçbir kuruşu üretime yönelmedi.. Paranın tamamı inşaata, faizlerini ödeyebilmesi için hazineye ve tüketim için hane halkına aktarıldı.. Sonra gelen paralar devam edebilmek için yeniden ve tekrar inşaata, faizler için hazineye, faizlerini ödeyebilmek için yeniden hane halkına aktarıldı..

Maalesef ihracat yüz ağartıcı durumda değildir.. Son 12 aylık ihracat 145 milyar dolardır.. Bunun 21 milyarı tarım ürünüdür..Tarıma dayalı sanayi ürünleri (ki bunlar, tekstil deri ve halıdır) 11 milyar dolardır.. Kimya (?) ürünleri 16 milyar dolar, hazır giyim ve konfeksiyon 17 milyar, otomotiv 21 milyar dolar, demir-çelik  13 milyar dolar, maden 4 milyar, klima 4 milyar, elektrik elektronik ve hizmet (?) 11 milyar, makine ve aksamları 6 milyar dolardır.. Kalan tüm ihracat 21 milyar dolardır.. Tüm bu ihracatlar için yapılan ithalatlara değinmeyeceğim ama, tüm bu ihracat kalemlerinde bize ait bir şey yoktur , tamamı fasondur, tamamı montajdır.. İnnovatif HİÇBİR ürünümüz yoktur.. Kendimize ait markamız yoktur.. 

Bilişim sektöründe sadece tüketici yönünde gelişme sağlanmıştır.. Dünya çapında bir yazılımımız olmadığı gibi işin hammaliyesinde bile bir markamız olmamıştır..

Özelleştirme neredeyse tamamlanmıştır.. Cumhuriyetin başından beri kurulan tüm tesisler, şirketler, telekomünikasyon, doğalgaz, elektrik aklınıza ne gelirse satılmıştır..

Bunların üzerine fizibilitesi tartışmalı 3. köprü, 3. havalimanı gibi "fantezi" yatırımlarla ülkenin geleceği üzerine de ipotek konulmuştur..

Türkiye 13 yılını heba etmiştir.. Bir sürü duble yol yapılmış, bir sürü AVM dikilmiş, bir sürü bina dikilmiştir.. O kadar.. Bunlar bir sürü insanı zengin etmiş ama yarattığı milyarderler kadar fakir fukaradan servet transferi yapılmıştır.. Bunun devam etmeyeceği/edemeyeceği  aşikardır.. Sorun şuradadır.. Uluslararası finans kapital kendi parasıyla yarattığı bu zümreye bu parayı yedirmeyecektir.. 

Dünya bu para bolluğunu ve düşük faizleri ne kadar devam ettirebilir bilinmez, ama ilanihaye devam etmesi mümkün değildir.. Faizler bu yıl Aralık ayında olmasa bile 2016 da artmaya başlayacaktır.. Faizlerin artması GOÜ (Gelişmekte olan ülkeler) ve bizim gibi GNOÜ (Gelişmeye niyeti olmayan ülkeler) para girişini zayıflatacak, zorlaştıracaktır.. Para girişi bir yana para çıkışının hızlanmasından endişe etmekteyiz..

Türkiye bol para döneminde çok hızlı bir dönüşüm sağlayabilirdi.. Ar-Ge ve innovasyona ayrılacak birkaç milyar dolar ülkenin katma değerli ürünlerini ve markalaşmasını yaratabilirdi..

Hangi parti iktidarda olursa olsun, gelen fırtına tüm GOÜ ve GNOÜ'leri etkileyecektir.. Bizim gibi zayıf ülkeleri ise daha çok etkileyecektir.. Kimsenin elinde sihirli değnek olduğunu sanmıyoruz..

Önümüzdeki 18 ayda kusursuz fırtına beklentimiz devam ediyor.. Şansımız petrol fiyatlarının düşüklüğü ve devalüasyonla rekabet imkanımızın artması gibi görünse de ihracatın artmaması, büyümenin sınırlı kalması gün gibi ortadadır.. Türkiye'nin sorunları devasadır..

Sınırlarımızda akan kan ve karışıklık sorunlarımıza yardımcı olmamaktadır.. İstikrarsızlığa kısa sürede çare de görünmemektedir..

Tedavi için teşhisin konulması gerekmektedir ki, ufukta bunu kabullenmiş kadrolar göremiyoruz..

Elbette ki kriz son istediğimiz şeydir çünkü bedelini hem beraber ödeyeceğiz.. İnşallah yanılıyoruzdur..

Zaman ayağını yorganına göre uzatma zamanıdır.. Ama sanırım geç kaldık..







28 Ekim 2015 Çarşamba

Üniforma

Bu yazımı bütün dürüst, hak yemez devlet memurlarını tenzih ederek yazıyorum.. Lütfen affola.. 

Genelde fakir bir çocuktur o.. Sadece kendisi değil ailesi, atası hatta yedi ceddi yoksuldur.. Güç bela okur.. Çoğu zaman 3-4 yıl tek pantolonla, yırtık pardösü ile, altı delik çarık/ayakkabıyla güç bela okur, eğitimini çok zor şartlarda bitirir.. Bir diploma edinir büyük zorluklarla.. İlk hedefi bir devlet memurluğudur.. Adı da düz Ahmet'tir, Mehmet'tir, Hasan'dır, Hüseyin'dir çoğu zaman..

Sonra atar kapağı devlet memurluğuna.. Polis olur, maliye memuru olur, tapu memuru olur, gümrük memuru olur, jandarma olur, zabıta olur, savcı olur, hakim olur.. Olur da olur.. Bir makam geçirdi mi eline tamam.. Devlet üstüne bir de üniforma uydurur ki değme keyfine..

Artık o halkın hizmetkarı olmuştur diye düşünürsünüz, hayır o artık devletin hizmetkarıdır.. Bir anda Ahmet Bey, Mehmet Bey, Hasan Bey, Hüseyin Bey oluvermiştir... Ona işi düşen Ahmet'lerin, Mehmet'lerin, Hasan'ların, Hüseyin'lerin hem üstündedir, hemi de üniformalıdır.. 

Polis memuru Ahmet, artık halkın polisi değil devletin polisidir.. Önüne gelen her siyasi sanığa vatan haini, her "adli" sanığa hırsız, gaspçı, katil muamelesi yapar, işkencesini yapar karşısındaki vatandaş suçluysa ne ala maaşla, madalyayla taltif edilir.. Suçsuzsa mesele yok nasılsa üstü örtbas edilir.. Sadece gençlerin özgürlük talebi eylemlerinde değil, yeşili savunan ev kadınlarının, teyzelerin, amcaların hak taleplerine, silahlarla, gaz bombalarıyla, TOMA'larıyla saldırırlar..

Maliye memuru Mehmet için artık halk yoktur.. Devlet vardır.. Çünkü düşüncelerine göre onun maaşını ödeyen vergi verenler değil, devlettir.. Tüm işadamları, esnaf, bir şeyler üretmeye çalışan vatandaşlar hırsızdır, vergi kaçakçısıdır..Başı ezilmelidir..Gücünü mevcut iktidara dayamayan herkes cezalandırılmalıdır.. Yok edinceye kadar basar cezayı.. Tabii ki ödenemez, çünkü o kesilen para kadar parası olmamasına özellikle dikkat eder.. Bir daha o esnaf ,o işadamı iş yapamaz..

Tapu memuru Hasan da bir üniforma geçirmiştir üzerine.. Öyle kolay kolay mülk edinemezsin, mülkünü de elden çıkaramazsın.. Harçlık vereceksin.. Hem direkt de almaz, her tapu dairesinin önünde iş takipçisi komisyoncular vardır.. Yoksa 20 dakikalık işiniz için enaz 10 gün uğraşırsınız.. Kimin umurunda..

Hüseyin de gümrük memuru olmuştur.. TIR'larla, gemilerle kaçak malınız varsa kolay anlaşırsınız.. Ama hakkınızdan 1 litre fazla içkiniz veya 1 karton sigaranız varsa yakalanır ve aşağılanırsınız..

Ali  de Jandarma olmuştur.. Ona göre  her köylü mevcut sistemin yıkılması için potansiyel tehlikedir.. Gelir, dipçikle kafasına vurur, harmanını hatta evini barkını yakar.. Çünkü üniforma ona o hakkı vermektedir..

Mustafa bir şekilde üzerine zabıta üniforması geçirmiştir.. Artık o dilencilik yapmayı onuruna yediremediği için işportacılık yapan garibanın, kafasını sokacağı bir gecekonduyu güç bela - politikacının teşvikiyle - yapan vatandaşın korkulu rüyasıdır..

Hele Zeki Bey, bir savcı olmuştur ki, değmeyin keyfine.. Boru mu bu.. Savcı üniforması.. Önüne gelen dosyayı öyle bir yazar ki, öyle suçlar icat eder ki, Agatha Christie'nin dudakları uçuklar.. Yazar da yazar 500 sayfa 1000 sayfa yazar.. Beraat ederse sanık(lar) "pardon" der.. Suçlu bulunur da yıllar sonra suçsuzluğu ortaya çıkarsa ne olmuş.. Nasılsa hesap soran yok..

Mahmut Bey de hakim olmuştur.. Hükümler verir, sonra bir bakarsınız bir gün yargıladığı ve beraat ettirdiği bir kaçakçının, bir uğursuzun, bir soysuzun avukatı oluverir.. Onun üniforması hepsinden daha fiyakalıdır..

Yazımızın başında söyledik.. Bu mesleklerdeki insanların suçlamıyoruz.. Verdiklerimiz en uç örnekler, biliyoruz.. Ama en dürüstleri, en hak yemeyenleri bile o üniforma sayesinde kendilerinde ayrı bir üstünlük görürler..

Peki insanoğlunun fıtratında bu vardır, vardır da buna muhatap olan halk ne yapar.. Halk, bütün bu insanların maaşlarını kendisinin ödediğinin farkında değildir.. Faciası onun yerinde olsa o da aynı şeyleri yapacaktır..

Devletlerin gelirleri tax/vergidir.. Bunları topladığı kişiler de taxpayer/vergi ödeyenlerdir.. Vergi ödeyenler devletin sahipleridirler.. Bu saydıklarım ve diğer tüm memurlar da halkın memurlarıdırlar.. 

Arabanıza benzin/mazot/gaz almasanız, telefonla konuşmasanız, internet kullanmasanız, sigara içki içmeseniz bu beceriksiz devlet vergi bile toplayamaz, bu maaşları da ödeyemez..

Üniformanız batsın, siz halkın hizmetkarlarısınız, devletin değil.. 




20 Ekim 2015 Salı

Ya Rab ! Sen bizi yönetenlerimizden koru..

"Zorunlu vize uygulaması konusu sadece vize uygulayan ülkelerin değil aynı zamanda vatandaşları vize başvurusunda bulunan ülkelerin çıkarları açısından ele alınmalı.. 5 Ekim 1980'den itibaren Türk vatandaşları için vize uygulaması başlattık.. Bunu da Türk hükümetiyle beraber yaptık.."

Bu sözlerin sahibi 1985 te Alman Federal Dışişleri Bakanı Hans-Dietrich Genscher..  Vize konusunda sızlanan Türk parlamenterlerine söyler bunu..

Mesele esasında vatan haini, soysuz Kenan Evren'in ülkeden çıkmak/kaçmak isteyen darbe mağdurlarını Avrupa'ya gitmekten engellemek için atmaya çalıştığı bir kazıktır.. Avrupa başkentlerine mektuplar yazmış, kendi vatandaşlarına vize konulmasını istemiştir..

Sonuçta olay Evren'in istediği gibi olmamış, Avrupa bütün siyasi sığınmacılara kapılarını ardına kadar açmış, ancak vize kazığı olduğu yerde kalakalmıştır..

O gün bugündür Türkiye vizeleri kaldırmak için uğraşmaktadır.. Hem de tam 1985 ten beri 30 yıldır her siyasi iktidar bunu önümüze temcit pilavı gibi ısıtarak koymakta, manipülasyonu hiç mi hiç sevmeyen sevgili özgür medyamız da bunu gazlamaktadır.. Bizler de hep bir heyecan  bunu afiyetle yemekteyiz..

Peki sizce ülkemiz toprakları yolgeçen haline gelmişken ve topraklarımız her türden ülkenin insanları burayı atlama tahtası görürken ve çevremizde Afganistan, Irak, Suriye, Yemen bu haldeyken Avrupa bizim iktidarların isteğiyle koyduğu vizeyi kaldırır mı..

Hadi vizeleri kaldırmakla bunlara yol açılmıyor diyelim.. Ülkede 80 milyon insan var ve bunların en az 5 milyonu, belki 10 belki 20 milyonu hadi abartalım 79 milyonu ülkeyi terketmeye hazır.. Bu vizeler kalkar mı..

Ülke eğitimde son sıralarda, mutluluk endeksinde son sıralarda, genç işsizlikte ilk sıralarda, datalarımız sahte, borçlar ödenemez durumda, iktidarı zaptetmiş bir takım insanlar gitmemek için hatta yaptıklarını görmememiz için koalisyon kurmaktan bile kaçarken insanlarımız geleceklerini başka yerde aramakta haksızlar mı ?

Tam 35 yıl önce yeniçeriler bize düzen vermeye henüz kalkışmadan 1.Mayıs.1980 de ülkeyi terkettim.. 4 yaşında kızım ve 2 yaşında oğlum vardı.. İmkanlarım vardı ve İsviçre'ye yerleştim.. Orada bir oğlum daha doğdu.. Ülkemden kopmadım, kopamadım.. İstediğim dakika ve saatte İsviçre vatandaşı olabilirdim, reddettim.. Çocuklarımın ise  bir süre sonra İsviçreli olduğunu farkettim.. Onlar İsviçre vatandaşı oldular.. Entegre olmalarına bile gerek kalmadı.. Bense 2008 yılında kesin dönüş yaptım.. Enternasyonalizme inanan birisi olarak nasıl bu kadar nasyonel birisi oldum, açıklamak zor.. Ama bugün ülkemde yaşananları gördükçe keşke İsviçreli olsaydım diyorum..

Şimdi düşünüyorum çocuğu olan hangi vatandaş bu nefret ortamında çocuğunu yetiştirmek ister.. Hangisi fırsatını bulduğunda Avrupa'ya gitmek istemez..

Peki soruyorum, Avrupa genç nüfus olmamız dışında bizi hangi özelliklerimizden kabul edecek..

Yeni gelen büyük dünya krizi gerçekleşmeden, ve kartlar yeniden karılıp, yeni oyun kurulmadan.. Avrupa Birliği vizeleri kaldırmaz, kaldıramaz..

Bu vizeleri bizim yöneticilerimiz koydurdu..

Ya Rab ! Sen bizi yönetenlerimizden  koru..









15 Ekim 2015 Perşembe

Ayakkabını al kovala...

İnsanlar hep sorarlar, şu hisse/döviz/faiz ne olacak diye.. Bizden de cevap beklerler.. Biz de her bir haltı biliriz ya, şöyle düşünceli bir görüntü alıp ahkam keseriz.. Bizde zaten herkes her şeyi bilir..

Mesela futbolu hepimiz çok iyi biliriz.. Kimin hangi pozisyonda ne kadar iyi oynadığını, teknik direktörün ne kadar beceriksiz işe yaramaz adam olduğunu, hakemin ne kadar yanlış kararlar verdiğini hepimiz çok iyi biliriz..

Depremi biliriz hepimiz, biliriz de iki deprem uzmanı bir araya geldiler mi hepimiz oturur dehşet içinde futbol takımı tutar gibi bizim beğendiğimiz deprem uzmanının diğerini nasıl da dövdüğünü izleriz..Ama depreme karşı hiçbir önlem alınmadığını felakete uğrayınca anlarız..

Hepimiz terör uzmanıyızdır mesela.. Terörün her türlüsünü hepimiz biliriz, ahkam keseriz.. O terörün nasıl ortaya çıktığını nedenlerini araştırmayız ama.. Sadece terör uzmanı mı, savaş uzmanıyızdır da mesela.. Ortada fol yok yumurta yokken bile haritalar televizyonda herkesin önünde açılır, oradaki uzmanlar ahkam keserken, biz de mutlaka ekran başından olaya müdahil oluruz.. Savaşı şaka sanırız çoğumuz.. Ölmeye başlayınca, göçe zorlanınca anlarız ne olduğunu..

Hepimiz beslenme uzmanıyızdır, hepimiz doktor, hemşire, hastabakıcıyızdır.. Yetmez hepimiz profesörüzdür zamanı geldiğinde bazılarımız abartır ordinaryüs profesör bile olurlar..

Hepimiz adalet uzmanıyızdır.Hepimiz  hakim, hepimiz savcı, hepimiz avukat..

Hepimiz ticaretten anlarız ama yeni dünya düzeninde ne olduğunu anlamadan hipermarketlerde fiyatları 9,99 la biten herşeye saldırırız..

Mesela hepimiz bankacı/finansçıyızdır, para arzını, Federal Rezerv'in, Avrupa Merkez Bankası'nın parasal genişlemelerini, faiz artırım/indirimlerini yakından takip ederiz..Japon başbakanı Abe'nin Abenomicslerini iyi bilir, Çin'in tökezlemesinin bize faydalarını çok iyi anlatırız..

Hepimiz borsacıyızdır, çizgi çizmeyi bilen herkes teknik analisttir.. Hem önemli mi ki çek ordan kafana göre bir çizgi sen de ol bir teknik analist.. Eski tabiriyle kerrat (çarpım) cetvelini ezberlemiş herkes temel analizden çok iyi anlar.. Alt alta rakamları döker kafamıza göre çarpar/böler/toplar/çıkarır temel analiz yaparız..

Bir küçük sorunumuz var.. Eğitimimiz fecaat.. İnsanları 16/18 sene at gibi koşturup bu süre içinde hiçbir şey öğretmeden "titr" verip piyasaya sürüyoruz.. Sonrasında da okumuyoruz.. Herkes her şeyi biliyor olduğu için okumak artık lüzumsuz bir hamallık olarak kalıyor..

İşi öylesine bir yere taşıdık ki, bazı ekonomist/borsacılar artık hangi fiyatın oluşacağını değil, hangi saatte olacağını söyler hale geldiler.. Bunlara tabii uzman değil soytarı demek daha uygun..

Borsalarda, döviz piyasalarında, faizlerde kesin kurallar yoktur.. Dünya her gün yeniden kurulur, o kadar büyük bir köy haline gelmiş, o kadar çok oyuncu olmuş, bilgi o kadar ucuz ve kolay erişilebilir, hele para o kadar mebzul hale gelmiştir ki dengeler çok hızlı değişmektedir..

Tabii kaldıraçlı işlemler de artık kumarhane mantığıyla işlemektedir.. 1 e 100, 1 e 200, 1 e 400 lük kaldıraçlarla herkesin parası bir anda sıfırlanabilmektedir..

Size bir anımı anlatmak istiyorum..

Bretton-Woods dolandırıcılığının sona erdiği (Bknz. Türk Lirasının vazgeçilmez kaderi.. Dolar düşemez -1- yazımız) 1971 yılından sonra 1980 ocağına geldiğimizde altın 35 dolardan 850 dolara çıkmıştı.. O kadar hızlı yükseliyordu ki artık herkes 1000/1200/1500/2000 dolarları telaffuz ediyordu..O tarihlerde Ortadoğu'nun en büyük bankeri/sarrafı  olan rahmetli Mahmoud Şekerci'nin yanında bulunuyordum.. 850 doları gördüğü gün bütün cesaretimi toplayıp, Mahmoud beye yaklaşıp sordum..

- Amca, altın 1000 dolar olacakmış ne dersin dedim..

Beni pencerenin önüne getirip, dışarıda ne gördüğümü anlatmamı istedi.. Ben de anlatmaya başladım..

- Önümüzde bir cadde var, arabalar geçiyor..
- Geç onları sağa gel dedi..
- Park var .. İçinde oturulacak banklar var.. Bankların birinde yaşlı bir çift elele tutuşmuş sohbet ediyorlar, bir sonraki bankta genç bir çift öpüşüyor..
- Onları da geç sağa gel dedi..
- Sağda bir fıskiye var su fışkırtıyor, güzel bir görüntü dedim..
- Hah dedi o fıskiyede dur.. 10 dakika sonra altın fiyatının ne olacağını bilsem orada fıskiye değil benim heykelim olurdu dedi..Her kim sana biliyorum der, ayakkabının tekini çıkar kapıya kadar kovala..

Size şimdi diyorum ki, kim ki size dolar şu, altın bu, borsa o olacak..  Şu vakte kadar olacak ayakkabınızı alın kapıya kadar kovalayın..Bilin ki sahtekardır..

Elbette varsayımlarınız, çıkarımlarınız, tahminleriniz olacaktır.. Ama piyasalarda kesin kurallar yoktur.. Her tahminde hata payı vardır ve çok yüksektir.. Para sizindir ve çok zor kazanılmaktadır.. Hele hele soytarıların peşine takılmayın..

Hoşçakalın..

13 Ekim 2015 Salı

Dolar düşmez, düşemez -4- AKP mucizesi..

2002 yılında henüz yapılan devalüasyon ve alınan önlemlerin meyveleri tam alınıp yenmeden MHP Genel Başkanı Bahçeli'nin mükemmel manevrasıyla ülke koşar adım seçime gitmiştir.. Seçim sonuçları tam anlamıyla seçimlere karar veren partiler açısından şok olmuştur.. Dışarısı yeni ekonomik düzenin uygulanması ve oturması için bu kerre yeniçerilere başvurmamış yerine ülkenin tüm yapısını demokratik(!)  bir şekilde yeniden dizayn etmiştir.. 2001 de kurulan AKP bir umut olarak lanse edilmiş ve kuruluşundan sadece 1 yıl sonra seçimlerden ülkenin en büyük partisi olarak çıkmıştır..

Yıllarca bozulan gelir dengesizliği, artan yoksulluk ve önlenemez rüşvet çarkı daha 1999 seçimlerinde mecliste olmayan sadece 2 partiye parlamento yolunu açmış diğer partileri de (MHP hariç 2007 de meclise girmiştir) bir daha dönmemek üzere tarihin tozlu sayfalarına gömmüştür.. Parlamentoda halkın sadece %53,5 luk oyları temsil edilebilmiş, AKP %34 oyla neredeyse meclisin %66 sını ele geçirmiştir.. Faşist 12 Eylül anayasasının dayattığı %10 luk seçim barajı DYP,ANAP,MHP,DSP,SP gibi partileri parlamento dışına itmiştir.

AKP, altın tepside sunulan bu iktidarı dışarının tam istediği gibi kullanmıştır.. Bir tek çivi çakmadan Düyun-u umumiye komiseri Kemal Derviş'in reçetesini harfiye uygulamıştır.. 

2002-2007 arası 

Döviz kuru : 2002 sonunda 1,642,000 lira olan dolar kuru 2007 sonunda 1,1703 (Bu dönemde liradan 6 sıfır atılmıştır) liraya düşerek , lira %40 değer kazanmıştır..

Enflasyon : 2003-2007 yılları arasında 5 yıllık enflasyon toplamda %65,5 olmuştur.. (2003 %18,4 -2004 %9,3 - 2005 %7,7 - 2006 %9,6 -2007 %8,4)..

Faiz : Yine 2003-2007 yılları arasında 5 yıllık sürede iç borç faizlerine tastamam %197 faiz ödenmiştir.. (2003 %46,4 - 2004 %24,8 - 2005 %16,2 - 2006 %18 -2007 de %18,4)..

Yani 1. Ocak 2003 te Türkiye'ye 1,000,000 dolar getirip TL'ye çeviren birisi, 31.12.2007 te 4,167,000 dolara sahip olmuştur..

İnanmıyorsanız istediğiniz kadar çarpıp, bölüp, toplayıp, çıkarabilirsiniz..

Her büyük devalüasyondan sonra döviz kurlarının bir miktar geri çekildiği doğrudur.. Ancak önce ülkenin bankalarını, şirketlerini peşkeş çekip dışarıdan gelen dövize 5 yılda %317 ödemek .. Büyük maharet ister.. Ve hele bunu becerenleri hala umut olarak göstermek..

İşte bunların tümünü  becerirseniz danışmanınız sizi dışarıda "bunları kullanın, iyi adamlardır" diye lanse edebilir..

2008-2010 AKP dönemi

Döviz Kuru : 2007 sonuna kadar güllük gülistanlık olan döviz kuru 2008'de aniden dünyayı sarsan krizle 1,50'ye fırlamış, krizin bizi teğet geçmesiyle de 3 yıl buralarda oyalanmıştır.. 2010 yılı sonunda döviz kuru 1,5535 olarak gerçekleşerek 2007'ye göre %32'lik bir devalüasyon gerçekleşmiştir. Ancak hala 2002 sonundaki 1,642,000 liralık değere ulaşmamıştır.. 2011 yılından sonra mızrak çuvala sığmamaya başlamış 24.Eylül.2015 te 3,0753 ü gören kur bu yazının yazıldığı saatlerde 2,9500 seviyesinden işlem görmektedir..2002 sonu seviyesine göre bu %80 lik bir devalüasyonu işaret ediyor..

Enflasyon : Bu 7 yıllık dönemde enflasyon sırasıyla 10,1- 6,8- 6,4 -10,5 - 6,2 - 7,4 - 8,2 olmuştur.. 2002'ye göre enflasyon %200' e ulaşmıştır..

Faiz : Bu 7 yıllık dönemde faiz, sırasıyla  %19,1 -  %11,7 -  %8,5 - %8,7 - %6,4 -  %10,1 - %8 olmuştur.. 2002 den 2014 sonuna kadar TL'na bileşik %489 faiz ödenmiştir..  

2002'de 1,000,000 dolar getiren birinin cebine son devalüasyonlara rağmen 3,281,000 dolar girmiştir..

2002'de 130 Milyar dolar olarak devraldıkları dış borç Haziran sonu itibariyle 405 milyar dolara, 91 milyar dolar olan iç borç devalüasyona rağmen 170 milyar dolara çıkmıştır.. 2002'de devraldıkları toplam borç 221 milyar dolarken 2015 Haziranında bu rakam 575 Milyar dolara çıkmıştır..

Kimse bize özel sektör borcundan bahsetmesin.. Türkiye'de 287 Milyar dolar borçlanacak "üretici" bir özel sektör yoktur.. Bu borçların çoğunluğu bankalardadır.. Bankalar da bunları hane halkına ve artık "balon" olduğu bilinen inşaat sektörüne kullandırmışlardır.. Yunanistan krizinde bankalara ve özel sektöre olan borç nasıl Avrupa Birliği tarafından zorla "devlet borcu"na dönüştürüldüyse bizim de aynı akibete uğramamız ihtimal dahilindedir..

GSYİH hikayesi : 2002 yılında 3492 dolar olan Kişi başı milli gelir, 2003 yılında 4565 dolara (%31 artış), 2004 yılında 5775 dolara (%26,5 artış) , 2005 yılında 7036 dolara (%22 artış) , 2006 yılında 7597 dolara (%8 artış), 2007 yılında da 9247 dolara (%22 artış) göstermiştir.. Yani 5 yılda %164 artmıştır.. Şaka gibi.. 2008 de son bir gayretle 10,444 dolara "çıkarılan" fert başına milli gelir, 2001 tedbirlerinin  eskimesi ve 2008 de kurulan yeni bir dünyaya ayak uydurulamaması yüzünden 10404 dolara çakılı kalmıştır.. Gerçi üzülmeyin pehlivanda numara bitmez.. Bugün aldığımız bir müjdeye göre hesaplamayı değiştirmişiz ve artık milli gelirimiz  tam da 2007'nin altına inmişken 19,506 dolar olmuş.. Bu rakam oynatmaların dünyayı ne hale getirdiğini 2008 krizinde gördük.. Yunanistan olayı tam burnumuzun dibinde oldu.. Olsun, ne gam... Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları nasılsa bu faturayı da öder..

Türkiye tam bir tüketim cehennemime dönüşmüştür.. Tüketici kredileri iktidarı devraldıklarında 6,5 Milyar lira iken (4 milyar dolar) bugün 350 milyar lirayı (120 milyar doları) geçmiştir.. Bunun devam edebilmesi mümkün değildir..

Yabancı bankalar işin kaymağının bittiğinin de farkındalar.. Yeni gelecek bankaların "kar"dan çok ülkenin geleceğinde söz sahibi olma saikiyle geleceğini öngörüyoruz..

Borç yükü altında olan şirketlerin yeni dönemde dolar bazında ucuzlayarak el değiştireceğini görmek için allame-i cihan olmaya gerek yok.. Elbette yeni gelenler daha ucuza almak için daha yüksek döviz kuru isteyeceklerdir..Ülke ekonomisinde "yerli ve milli" şirket bulmak giderek "yerli ve milli" vekil bulmaktan zor olacaktır..

Bugün kullanılabilir net döviz rezervimiz 30 milyar doların altındadır.. Rakamlar o kadar büyümüş, dünya o kadar globalleşmiştir ki birkaç milyar dolarlık çekiliş her an krizi tetiklemeye hazırdır..

Türkiye, 2008 de başlayan mebzul para fırsatını maalesef üretimde kullanamamıştır.. Bugün de o fırsatı yaratanların "yeter bu kadar" tehditleri ile karşı karşıyadır.. Her an Amerika'dan gelecek faiz artırımının korkusuyla yaşamaktadır..

Türkiye, aldığı o kadar borca rağmen yeni müteşebbislere, yeni sektörlere, araştırma ve geliştirmeye kaynak ayırmamıştır.. Hala montaj sanayiyle yoluna devam etmektedir..

Turizmde işin hamallığını üstlenmiş kaliteli para harcayan turisti çekememiştir..

İç barışını sağlayamamıştır..

1 Kasım seçimlerinden sonra gelecek iktidarın işinin zor olduğu kanaatindeyiz.. Türkiye'nin çok fazla satacak hikayesi olmadığını düşünüyoruz..

Ezcümle, döviz kurunda küçük geri çekilmeler mutlaka olacaktır.. Ama bu geri çekilmeler döviz almak için fırsat olarak kullanılacaktır.. Gereken devalüasyonun maalesef henüz tamamlanmadığı görüşündeyiz..

Bu nedenle dolar bu şartlarda, bu ülkede, mevcut sistemle düşmez, düşemez..

2016 hedefimizi 4 yıl önce koyduğumuz gibi 4,50 lira olarak koruyoruz..










10 Ekim 2015 Cumartesi

Dolar düşmez, düşemez -3- 2001 krizi ve AKP'ye giden yol..

1994 teki beceriksizler krizinden sonra %50 lik bonoyla döviz biraz olsun (%200 lük bir devalüasyondan sonra normal) nefes almış, 42.000 liradan 30,000 liraya geri dönmüş yılsonunu da 39,000 civarında kapatmıştır..

24 Aralık 1995'te yapılan genel seçimlerde halk 94 krizinin faturasını Çiller, Yılmaz, Baykal'a kesmiş Erbakan ve Ecevit'i yükseltmiştir.. 95 sonu itibariyle seçimler yapıldığında dolar kuru 61,361 lira, Dış borçlar 76 milyar dolar (iki yılda sadece 6 milyar artmış) iç borçlar ise 22 milyar dolar (3 milyar dolar düşüş) olarak gerçekleşmiştir.. Esasında faizler hesaplandığında ülke borçlanamaz hale gelmiş bu da Çiller-Baykal ikilisini seçime zorlamıştır..

Seçimlerden sonra önce ANAP-DYP koalisyonu kurulmuş 3 ay ancak dayanabilmiştir.. Nihayet Erbakan'ın başbakanlığında RP-DYP (RefahYol) hükümeti kurulmuş bu hükümet de önce "Yeniçerilerin" 28 Şubat müdahalesi ile karşılaşmış sonra da "devletin doğal refleksleri (!) ile tam 1 yıl sonra 30 Haziran 1997 de yıkılmıştır.. Bunun yerine DYP'den istifa eden vekillerin kurduğu DTP'nin yer aldığı Anasol-D (ANAP,DSP,DTP) hükümeti kuruldu ve 11 Ocak 1999'a kadar devam etti..

Bu üç yıllık süre içinde dolar kuru tam 5 kat 61,361 liradan 314,230 liraya, dış borçlar 20 milyar dolar artışla 96 Milyar dolara iç borçlar da tam 15 milyar dolar artarak 37 milyar dolara ulaşmıştır..

Ekonomik sıkıntıların patlama noktasına geldiği 1998 yılında bombanın elinde patlamasından korkan Yılmaz, Baykal'la anlaşarak 2000 yılında yapılması gereken seçimleri 18 Nisan 1999'a çekti.. Ancak seçim kararından hemen sonra "Türkbank" (Türk Ticaret Bankası) skandalı patlak verdi.. Hükümeti dışarıdan destekleyen CHP desteğini çekerek Yılmaz hükümetini çökertti ve 5 aylık Ecevit azınlık hükümeti kuruldu..

Tam da bu 5 aylık dönemin içinde Başbakan'ın bile "yaw niye verdiler anlamadık" dediği Öcalan tesadüfen 15.Şubat.1999 da Türkiyeye teslim edildi.. Bunun gölgesinde gidilen 1999 seçimlerinde Ecevit liderliğindeki DSP birinci parti oldu.. CHP tarihinde ilk defa meclis dışında kaldı.. Milliyetçilik moda olunca eh MHP'de ikinci parti oluverdi.. Ecevit'in kurduğu DSP-MHP-ANAP hükümeti 3 Kasım 2002 seçimlerine kadar görevde kaldı..

Bu 4 yıllık süre içinde dolar 314,230 liradan 1,642,000 liraya, dış borçlar 96 milyar dolardan 130 milyar dolara, iç borçlar da tastamam 37 milyar dolardan 91 milyar dolara ulaştı.. Yani 4 yılda iç+dış borç 133 milyar dolardan 221 milyar dolara çıktı..

1994 krizinde ucuzlayan Türkiye borsasına inanılmaz bir para aktı 1999 başında bu vahşi yatırımcıların borsa içindeki payları %64 e çıktı.. 2000 yılında derecelendirememe kuruluşları arka arkaya ülkeyi "pozitif" izlemeye alırken borsada müthiş bir ralli yaşandı.. Bu ralli tıpkı 1993 rallisi gibi oldu.. Tam bir balon oluştu..Yabancılar bu rallide paylarını %43'e düşürdüler.. Sonraki iki yıl içinde ufak dalgalanmalar olsa da 2001 krizinden sonra 2002 sonunda AKP iktidara geldiğinde yabancı payı yine %43 seviyesine düşmüştü.. Sattıkları %21 lik kısım esasında anaparalarını karşılamaya yetmiştir, kalan hisseler borsacı tabiriyle beleş hisselerdir.. Anlaşılamayan şu.. Yabancılar sizi övüyorsa durup iki defa düşünmek gerekir..

Ülkenin gidişatı o hale geldi ki, 1999 sonunda hükümet IMF'nin kapısını çalmak zorunda kaldı  ve üç yıllık bir IMF reçetesini kabul etmek zorunda kaldı.. Bu anlaşmayla Türkiye ilk defa "FDF- Faiz Dışı Fazla" tabiriyle tanıştı.. Yabancılar "bizim paramızı bi defa kabul edeceksiniz, kalan olursa bizimle danışıp kullanacaksınız" şartını anlaşmaya koydular..

Krizin ilk ayak sesleri 2000 yılı kasım ayında duyulmaya başlandı Ekim ayında %39 olan gecelik faizler Kasım'da %95 Aralık'ta da %183 oldu.. Nihayet bomba 19 Şubat'ta patladı.. Sezer'in Ecevit'e anayasa kitapçığını fırlatması Ecevit'in kapı önünde "devlet yönetiminde kriz var" demeci üzerine tezgah oturdu.. Önce beceriksizce yetmeyeceğini bile bile Merkez Bankasındaki son kurşunlarla 5 milyar dolar bankalara ucuzdan verildi.. Yetmeyince önce dolar 670,000 liradan 1 milyon liranın üstüne çıktı.. Faizler de %7500 e çıktı.. Bu krizde tam 22 bankaya el konulmuştur.. Yabancılara da "10 yıl içinde banka izni vermeyeceğiz" garantisiyle gelmeleri için davetiye çıkarılmıştır..

Türkiye'yi 2001 krizine götüren yol esasında dışarıdaki finans-kapitalin iştahını kabartan bankacılık sektörüdür.. 70-75 milyon "tüketicinin" olduğu bir pazardır.. Türkiye'de bankalar 2001 krizine kadar arsızca ve utanmazca gelen tüm mevduatları, dışarıdan ve içeriden alınan tüm kredileri patronlarına  kullandırmışlardır.. Banka sahipleri ise paraları aktardıkları şirketlerinde kar-zararı umursamadan çalışmışlardır.. Siyasi tüm iktidarlar bu "kan emicileri" idare etmişler, bankalar yeminli murakıplarının hazırladıkları "bu banka batak" raporlarını hasıraltı etmiş "e du bakali ne olucek"  diye izlemişlerdir..

2001 krizine gelindiğinde bankacılık sistemi iyice çuvallamış ülkede tasarruf geleneğinin olmaması, kaynakların dış kaynaklı borçlar olması, tüketim toplumu olan ülkede cari açığın hızla yükselmesi gibi  nedenlerle  yabancılar "eh çocuklar oynadığınız yeter" diyerek duruma el koymuşlar görünen sebep de "Cumhurbaşkanı'nın Başbakan'a anayasa kitapçığı fırlatması" şeklinde tezahür etmiştir.. Esasında oyun ucuzlayan ülke varlıklarının el değiştirmesi olarak özetlenmelidir..

Bu kriz sonrasında amaç hasıl olmuş Türk Bankacılık sisteminin %50 sinden fazlası yabancılara geçmiştir.. Borsada ise yabancı payı %43 ten %70 e çıkmıştır.. 

Kuralları her zaman borç veren koyar.. Gerekirse başınıza "tahsilat komiseri" (2001 de bu kişi Kemal Derviş'ti) diker.. 

Sonuç olarak dolar o ekonomiyi gerçekte idare edenlerin istediği zamanlarda istediği kadar değer kazanır..

Netice : Türkiye'de dolar düşmez düşemez..

Bugünkü yazımızı da burada noktalıyoruz.. Yarına AKP dönemini ve ekonomideki muhteşem (!) zaferlerini yazacağız.. Ve neden bugün de doların düşmeyeceğini, düşemeyeceğini anlatacağız..





8 Ekim 2015 Perşembe

Dolar düşmez, düşemez -2- 1994 Krizi..

Dünkü yazımızı 1989 yılında doların değerinin 2,300 liraya ulaştığında bırakmıştık.. Bugün oradan devam edeceğiz..Dönemleri mümkün olduğunca kısa tutmaya çalışıyoruz ancak, sebep ve sonuçları görebilmemiz için bazen çok kısa olamayabiliyor.. Affınızı rica ediyoruz..

1989'a gelindiğinde durum şudur :

Siyasal açıdan : 6 Eylül 1987 referandumu iktidarın bütün çabalarına rağmen "evet"le sonuçlanmış 12 Eylül faşizminin yasakladığı tüm partiler ve liderleri üzerindeki yasaklar kalkmıştır.. 1989 yılında yapılan yerel seçimleri muhalefet partileri bir "ANAP" referandumuna çevirmiş, sonuçta ANAP %21,75 oy alarak bir dönemin sonuna geldiğini anlayınca Turgut Özal çareyi köşke çıkmakta bulmuş ANAP da bir daha iflah olmamıştır..

Dış Borç : 12 Eylül'de ülkenin dış borcu tüm Cumhuriyet tarihinde toplam 19 Milyar dolarken 1989 sonunda 44 milyar dolara ulaşmıştır..

İç Borç : 12 Eylül'de 721 Milyar TL (9 Milyar dolar)  olan iç borç 1989 da 41,934 Milyar TL'ye  (18 milyar dolar) ulaşmıştır..

57 yıllık Cumhuriyet tarihinde 28 milyar dolar borçlanan ülke sadece 9 yılda bunu 62 milyar dolara ulaştırmış, buna da ANAP ve Özal mucizesi demiştir.

Oysa ne güzel atasözlerimiz vardır.. "Borç yiyen kesesinden yer", ya da "borç yiğidin kamçısıdır".. Buradaki kamçı hep demokrasilerde "taxpayer"(vergi ödeyici)nin sırtında olsa da bizde kapitalizm vergi ödemeyi sevmediği için hep halkın sırtına vurulmaktadır.. Ne gam, ekonomi büyüyor ya..

Oysa esas güzel atasözü "borç alan emir almayı öğrenir"dir..Kimine göre Kanuni kimine göre de IV.Murat tarafından söylendiği iddia edilen bu söz bugün bütün dehşetiyle karşımızdadır..

1990 ve 1991 yıllarını bir şekilde idare eden ANAP hükümeti ekonomik koşulların ağırlaşması ve körfez krizinin patlaması  nedeniyle 1992 yılında yapılması gereken seçimleri 1 yıl öne almış ve 20.Ekim.1991 de seçimlere gitmek zorunda kalmıştır.. Seçimlerden Süleyman Demirel liderliğindeki DYP birinci, HEP'le ittifak yapan SHP üçüncü parti olarak çıktı ve bu iki parti koalisyon kurarak 8 yıllık ANAP dönemini sona erdirdi..

DYP-SHP koalisyonu kurulduğunda (1992 başı) dolar 2,311 liradan 5,075 liraya (%119 artış - iki yıl) İç borç 2 yıl içinde (dolar cinsinden 18 den 20 milyar dolara) 2 milyar dolar artmış, dış borçsa 43 milyar dolardan 53 milyar dolara çıkmıştır..

Esasında tüm melanetlerin zirveye çıktığı dönem 12 Eylül'ün gelişiyle birlikte anılmalıdır.. Çünkü 80 sonrası değişen dünya "büyüyen pazar" olarak gördüğü Türkiye'ye borç almayı öğretmiştir..

Demirel hükümeti ve Özal'ın ölümüyle bu kerre Demirel'in köşke kaçışıyla iktidara gelen "ekonomi dehası" Çiller döneminde 93 sonunda dış borçlar 17 milyar dolar artışla 70 milyar dolara iç borçlar da 20 milyar dolardan 25 milyar dolara çıkmıştır.. Artık borç sarmalı öyle bir hale gelmiştir ki, ülkeye taze para girmese bile "borcu döndürerek"  her yıl sadece faizlerin eklenmesiyle borç büyümeye devam eder duruma gelmiştir..

Bu yıllar aynı zamanda Kürt hareketine karşı devletin sertleştiği dönemlerdir.. Önce Özal'ın ölümü arkasından Temmuz 1993 yılındaki Başbağlar baskını sonrasında devletin yumuşamayı bir kenara bırakarak PKK ile savaşa başlaması zaten bozuk olan ekonominin üzerine "savaş maliyetini" de eklemiştir..

Tam böyle bir dönemde "ekonomi dehası" Prof. Dr. Çiller'in beyninin yarısı durumunda olan "süper zeka bulunmaz Hint kumaşı" Osman Ünsal'ın "piyasada tek alıcı biziz, piyasa ya bizim istediğimiz faizlerle bize para verir ya da almayız" şeklindeki ekonomik kitaplara girmesi gereken (!) buluşu sayesinde piyasa hükümete "yaw he he" diyerek bono yerine dolar almaya koşmuş "devletin bu harakirisi" doların 14,000 liradan 42,000 liraya gitmesine ve devletin 1 puan fazla vermem inadı sonunda 3 aylık bonoya %50 (yıllık bileşik %406) faiz vermesiyle sonuçlanmıştır..

Borç alan emir almayı öğrenir.. Eğer ekonominiz borç batağına saplanmışsa ve eğer paranız makbul bir para değilse önünde sonunda parayı verenin şartlarına uymak zorunda kalırsınız.. İşte Türkiye'yi saçma sapan 1994 krizine götüren durum budur..

Bu dönemden de göreceğiniz gibi Türkiye'de dolar düşmez düşemez.. Yarına da 2000-2001 krizine giden dönemi anlatmaya ve yazmaya çalışacağım.. Ayrı yazı olmasının sebebi hem gerekçelerinin, hem ülke gerçeklerinin, hem de rakamların ve boyutlarının farklı olması ve uzun bir yazı olacağı gerçeğindendir..

Biliyoruz bu yazı dizisi biraz pehlivan tefrikası tadında görünse de gerçekten böyle irdelenmesi gerektiğini düşünüyorum..


7 Ekim 2015 Çarşamba

Türk Lirasının dolar karşısında vazgeçilmez kaderi : Dolar düşemez.. -1-

Dün twitter'da bazı aklı evvellerin "tek parti iktidarı göründü, dolar ondan düşüyor" minvalinde dehşet yazılarını görünce biz de bunun doğru olmadığını "doların kalıcı olarak düşmeyeceğini" iddia ederek bugün bu konuda bir yazı yazacağımızı söyledik..

Şimdi sözümüzü tutalım ve "dolar neden düşmez" onu anlatmaya çalışalım..

Önce ülkemizde "dövizin tarihi" üzerinde bir gezinti yapalım.. Göreceğiz ki Cumhuriyet'in kuruluşundan bu yana bütün iktidarlar sorunları gerçekten masanın üzerine koymamış hep görmezden gelerek ya dış şoklarla ya da ekonomik ihtiyaçlar gereği devalüasyonlarla yüzleşmiş ve acı reçeteyi hep halkın önüne koymuşlardır.

Cumhuriyetin ilanında Türk Lirası doların üzerinde işlem görmüş ancak savaşın etkileri ve genel zayıflıkla 1926 da 2 liranın üzerine çıkmış, 1929 "büyük kriz"de 2,13 kuruşla zirve yapmıştır.. 1929'dan 1935 e kadar dolar yeniden düşüş göstermiş bunun sebebi durgunluk ve enflasyonun olmamasıdır..1935'te  1,25 kuruşa kadar düşmüştür.. 1945 e kadar bu seviye yaklaşık olarak korunmuş 1,31 kuruşta sabitlenmiştir..

İkinci emperyalist dünya savaşı sonrası genel paylaşımdan Türkiye de hasar görmüş Halk Partisi iktidarı (İsmet Paşa) 1946'da doları neredeyse %100'ün üzerinde artırarak 2,80 liraya devalüe etmiştir.. Savaşı Türkiye çıkarmamış olsa da hatta büyük bir maharetle dışında kalsa da ilk genel seçimlerde fatura CHP'ye kesilmiş 1950 de Demokrat Parti iktidarı ele geçirmiştir..

Yeni kurulan "dünya düzeni"nde Türkiye, tercihini Amerika'dan yana kullanmış kimsenin duyup bilmediği yerlere (Kore'ye) asker göndermiş , Marshall yardımı dahil bir sürü dış yardımı almaya başlayarak dışa bağımlılığı artmış, popülist politikalarla enflasyonla ülkeyi tanıştırmıştır.. Bununla birlikte DP ( Menderes iktidarı) doları tam 12 yıl sabit bırakarak 1958 de "biriktirdiği sorunlar"la yüzleşmek durumunda kalmıştır.. Bu tarihte tastamam %321 lik bir devalüasyonla doları 2,80 liradan 9,00 liraya yükseltmek zorunda kalmıştır.. Bunun sonucu 1960'ta "yeniçeriler" siyaset mektebini kapatarak darbe mekanizmasına başvurmuşlardır..

Bu ferahlamadan sonra iktidarlar bununla da epey bir süre idare etmiş 1970'e kadar bu kurla gelmiştir.. 1970'te tek parti iktidarının keyfini süren AP (Demirel iktidarı) bu tarihte acı reçeteyle karşılaşmış lirayı  %65 oranında devalüe ederek 9,00 liradan 14,85 liraya yükseltmiştir.. Tabii sonuç beklendiği gibi olmuştur.. "Devletin Kurtarıcıları (!) Yeniçeriler" yeniden sahneye çıkmış 12 Mart muhtırasıyla durumdan vazife çıkarmışlardır..

1971'ten sonra dünyada "köşeye sıkışan dünya kapitalist düzeni" arka arkaya "kumdan kaleler"in yıkılmasıyla yüzleşmiştir..İlk olarak Amerika, "tarihin en büyük dolandırıcılık" vak'alarından biri olan Bretton-Woods anlaşmasını çöpe atmıştır..** Amerika ilk önce tüm dünyanın altınlarını "kendi korumasına (!)" almış , elinin ayarı kaçıp doları fazla basınca da elindeki altını teslim etmeye yanaşmamıştır.. Bundan sonra önce altın fiyatları (35 dolardan 850 dolar/onsa) kontrolden çıkmış, peşinden petrol fiyatları kontrol dışı (2,75 dolar dan 80 dolar/varile) kalmıştır.. Türkiye'deki iktidarlar (önce askerlerin güdümündeki kukla hükümetler, peşinden "umut" olarak gelen Ecevit sonra Demirel tüm bu süreci içerideki karışıklıklarla birlikte seyrederek geçirmişler sonunda da "70 cente muhtaç" hale geldiğinde olayın farkına varıp 24 Ocak 1980 tarihinde lirayı tekrar devalüe etmek zorunda kalmışlardır.. Dolar "geleneksel tarım ürünleri dövizlerinde" %100 (35 liradan 70 liraya) diğer dövizlerde %48,6 (47,1 liradan 70 liraya) değer kazanacak şekilde revalüe edilmiştir..Sonuç : tekrar yeniden yeniçeriler tekrar ve yeniden devleti kurtarmaya 12 Eylül'de gelmişlerdir..

1980 den itibaren dünya büyük bir değişime doğru yol almıştır.. Ve tabii Türkiye'de bu değişen dünyada "ona çizilen yolda" adımlar atmıştır.. Anayasa değiştirilmiş, sendikaların olmadığı bir ortam hazırlanmış bu yeni ortamla "serbest piyasa ekonomisi"ne geçilmiş en vahşi kurallar uygulanmaya başlanmıştır.. 24 Ocak devalüasyonuyla dolara hakketmediği bir değer verilmiş, faizlerde gidilen "serbestlik"le %5 lik yıllık faizden vazgeçilmiş bunun sonucunda bankerler türemiş bunlar aylık %10-12 faizlerle paralar toplamış, bu faizlere kanan halk aşırı değerlenen elindeki "yastık altı altınlarını" piyasaya sürmüş bu paraları bankerlere ve bankerler aracılığıyla bankalara akıtmıştır.. Bu dönemde dövize "enflasyon kadar artış" politikası uygulanmış ve döviz üzerinde bir baskı oluşmamıştır.. Tabii bu dönemde ekonomi 12 Eylül'ün sert kuralları, muhalefetin olmayışı kafasına göre politika yürüten ANAP'ı 1989'a kadar sorunsuz taşımış, ama Türkiye de %80 lik enflasyonlara alışmış ve dolar kuru "günlük kur düzeltmeleriyle" 1989'da 2,300  lirayı geçmiştir..9 yıllık devalüasyon %3,285 olmuştur.. (Dolar TL karşısında tam 33 kat değer kazanmıştır)..

Bu yazımızı bugünlük burada kesiyoruz.. Çünkü 1989 sonrası olayın boyutları hem dünya hem de Türkiye açısından farklı gelişmiştir ve daha çok irdelenmesi gerekiyor.. Buraya kadar yazdıklarımız "dolar neden düşemez" fikrimiz için gerekli ipuçlarını vermiştir sanıyoruz..

Devamını yarın kaleme almayı düşünüyoruz..






** Bretton-Woods Anlaşması : Anlaşmaya katılan ve parasını altına dönüştürülebilir yapmayı kabul eden her ülkenin parasının değeri dolara göre saptanmıştır.. Dolar, altın ile dönüştürülebilirliğini koruyan tek ulusan para olarak kalmıştır.. Anlaşma ile 1 ons altın 35 dolar olarak belirlenmiş ve ABD doları bu parite üzerinden talep olduğunda altına çevirmeyi kabul etmiştir.

5 Ekim 2015 Pazartesi

Öldürülen ve hapse atılan gazeteciler..

Kamil Başaran  (1990)
Çetin Emeç (1990)
Turan Dursun (1990)
Gündüz Etili (1991)
Halit Güngen (1992)
Cengiz Altun (1992)
İzzet Kezer (1992)
Bülent Ülkü (1992)
Mecit Akgün (1992)
Hafız Akdemir (1992)
Çetin Abayay (1992)
Yahya Orhan (1992)
Hüseyin Deniz (1992)
Musa Anter (1992)
M. Sait Erten (1992)
Yaşar Aktay (1992)
Hatip Kapçak (1992)
Namık Tarancı (1992)
Uğur Mumcu (1993)
Kemal Kılıç (1993)
M. İhsan Karakuş (1993)
Ercan Gürel (1993)
Ömer Taşar (1993)
İhsan Uygur (Kayıp) (1993)
Rıza Güneşer (1993)
Ferhat Tepe (1993)
Muzaffer Akkuş (1993)
Ruhi Can Tul (1994)
Nazım Babaoğlu (Kayıp) (1994)
Kamil Koşapınar (1994)
Erol Akgün (1994)
Bahri Işık (1994)
Ersin Yıldız (1994)
Onat Kutlar (1995)
Bekir Kutmangil (1995)
Nail Aydın (1995)
Sayfettin Tepe (1995)
Metin Göktepe (1996)
Yemliha Kaya (1996)
Mehmet Topaloğlu (1998)
Ahmet Taner Kışlalı (1999)
Hrant Dink (2007)
Cihan Hayırsevener (2009)
Nuh Köklü  (2015)

*(Yukarıdaki liste Çağdaş Gazeteciler Derneği web sitesinden alınmıştır) www.cgd.org.tr

Yukarıda tam 45 kişinin adı var.. Türkiye'de yaşayan yaklaşık 80 milyon kişinin yarısının neredeyse hiçbirinin bu isimlerden tekini bile tanımadığına/duymadığına/hatırlamadığına eminim.. Yaş olarak da geri kalanlardan yarısının yine bu isimlerden yüzde 90'ını tanımadığına /duymadığına /hatırlamadığına eminim.. Esasında bu listedeki isimlerin tamamını hatırlayan kişilerin bir elin parmaklarını geçmeyeceğini düşünüyorum (buna tabii ben de dahilim).. Tabii bu iyimser bir tahmin de olabilir..

Yukarıdaki isimlerin tamamı gazeteci.. Yanlarındaki rakamlar da öldürüldükleri yılı gösteriyor. 1905 ten bu yana 77 gazeteci öldürülmüş (bunlardan ikisi kayıp ) Ama bunlardan 45'i 1990 dan sonra... Yani esas vahşet 1990 dan sonra görülmüş..

Toplum olarak duygusuz, duyarsız ve unutkanız.. Öyle olmasak "hafıza-i beşer nisyan ile malüldür" veya "bana dokunmayan yılan bin yaşasın" gibi atasözlerimiz olur muydu ?

Yukarıdaki listeye baktığımızda bu cinayetlerin çoğunun faillerinin hiç bulunamadığını söylememize bilmem gerek var mı.. Çoğu fail-i meçhul cinayetler..Ve tabii hepsi öldürüldüğü gün lanetlenmiş ve "failleri bulunup cezalandırılacaktır" nutukları altında gömülmüş gazeteciler..

Tabii ucuz kurtulanlar da var .. Onlar sadece hapse atılıyor.. Onlar da muhalifler.. Mevcut döneme göre muhalif olanlar.. Dünya genelinde yaklaşık 250 gazeteci tutukluyken bizde 110 gazeteci tutuklu.. Bir tanesi adli suçlu değil, hepsi şu veya bu nedenle düşüncelerinden dolayı suçlu.. Ve nedense her iktidar döneminde bu değişmiyor.. Sadece bağlı oldukları taraf değişiyor..

Sorun şurada ki, bizim "demokratlığımız" sadece kendimize.. "Bizden" olmayana "oh" çekmesek de (ki, çoğumuz çekiyor) "aman bana ne" diyoruz.. Son olarak Ahmet Hakan'ın dövülmesi olayında ayağa kalktık değil mi.. Sonuçta 1 kişi tutuklandı o da ilk celsede emin olun tahliye edilecektir..

Ne diyelim biz bize benziyoruz.. Ve sanırım bunu hakkediyoruz..




1 Ekim 2015 Perşembe

İhracatçı ve İthalatçı Meclislerimiz

Gaziantep,1 Ekim 2015


2015 yılı Ağustos ayında ihracatımız 11 milyar, ithalatımız 16 milyar dolar..8 aylık dönemde ise ihracat yaklaşık 96 milyar ithalat ise 141 milyar dolar olmuş.. Bu 8 aylık dönemde ihracatımız %8,7 ithalatımız ise %11,5 düşmüş..

Şimdi bir soru ? Petrol 110 dolardan 50 doların altına düşünce ihracatımız patlayacaktı değil mi ? Neden patlamıyor.. Çünkü ürettiğimiz ürünlerin hiçbir orijinalliği olmadığı için bizim en büyük pazarlarımız doğu ve ortadoğu’da.. Onlar da petrolden gelirleri olmayınca bizden mal alamıyorlar..

Peki ikinci soru ? Hani Türk Lirası devalüe olunca ihracatımız patlayacaktı, o niye patlamadı.. Patlamaz çünkü “bizim sanayimiz yok”.. Montaj sanayimiz var da ondan .. Rakamlara bakınca anlayacaksınız 8 ayda 141 milyar dolarlık ithalat yapıp 96 milyar ihracat yapınca olanı anlamak için allame-i cihan olmaya ya da “ekonomist” olmaya gerek yok.. Esas sanayi üreticilerinden mal alıp burada dandik fabrikalarda birleştirip paketliyoruz.. Kalanını da çaresiz halka kakalayıp parayı cukkalıyoruz..

Peki son bir soru.. Bizim çok güzel çalışan bir ihracatçılar meclisimiz var mı .. Var.. Toplam yılda yaklaşık 140 milyar dolar ihracat da yapıyor mu bu zat-ı muhteremler.. Evet.. Peki bizim için canla başla çalışıp 200 milyar dolar (tahmini) ithalat yapan ithalatçılarımızın neden meclisleri yok.. Bizim 60 milyar dolar dış ticaret açığını kim veriyor ve ne ithal ediyoruz.. Bu ithalatcilar niye gorunmezler.. Niye meclis kurmazlar… Niye cikip yaptiklariyla ovunmezler. Milyarlarca dolarlik ihracat yapan her sirket ne kadarlik ithalat yapmaktadir.. Bu nasil dengeye oturacaktir.  Bu çile ne zaman bitecektir.

Arkadaslar ihracat yaptikca bizim ekonomimiz niye kirilgan hale geliyor. Yoksa hersey gibi bu da mi yutturmaca… Neden ihracat yapmak icin sicak para borclaniyoruz.. Sicak paraya 13 yıldır %20-30 dolar bazinda faiz oduyoruz… “Dostlar alisveriste gorsun” misali bir ticaret ki sormayin gitsin…

Yillardir dilimizde tuy bitti.. Turkiyenin kurtulusu tarima dayali sanayide ve bu urunlerin ihracatindadir. Ama gelin gorun ki, dayatilan IMF politikalari geregi ilk is tarimi öldürdük. Mercimek ithal ediyoruz, bugday ithal ediyoruz, pirinc , fasulye ithal ediyoruz… Ucube cocuk ekonomisi dedik ya.. Biz bize benziyoruz..

Türkiye’de dünyayı birbirine katan “teknoloji devrimi” yaşanırken bizde neden sadece cep telefonlarına yılda 15 milyar dolara yakın parayı yurtdışına transfer ediyoruz da ülkemizde üretemiyoruz.. Teknoloji devriminin “yazılım kaymağını” batı (Amerika) , hamallık ve kopya kısmını da Asya ve Uzakdoğu yedi..

Peki neden.. Bizde “müteşebbis” (entrepreneur) neden yetişmiyor..  Ana ve esas sorun eğitim.. Eğitim sistemimiz laçka.. Bir türlü oturtamadık.. Facia durumdayız.. Eğitimden vazgeçtik, öğrenimi bile veremiyoruz öğrencilere.. Eğitimcilerimiz  de yok öğretmenlerimiz de.. (Bunu kimseye hakaret etmek için söylemiyoruz, sadece geçimini düşünen insanlardan ne öğretmenlik, ne eğitimcilik, ne hukukçuluk, ne mühendislik bekleyemezsiniz.. Çünkü onların da aldığı eğitimin kalitesi aynı)..

İkinci sorun ise finansman .. Herhangi bir projesi olan bir müteşebbis bir bankanın kapısını çaldığında 100,000 dolar kredi istediğinde 300,000 dolar teminat talebiyle karşılaşmaktadır..Yahu
300,000 dolar teminatı olan adam sizden 100,000 dolar neden istesin..  

Peki Türkiye’de bir Facebook, bir Twitter, bir Google, bir Instagram çıkarabilecek zeki bir genç yok mudur.. Mutlaka bir yerlerde durmaktadır.. İkinci bir soru.. Projesi olan fakat bankanın kapısından girmeye korkan kaç genç vardır.. Biz söyleyelim binlerce vardır.. Sadece verilecek bir şans beklemektedir..

Bir fon kurulsa bankalar, fon yöneticileri, borsa aracı kurumları, girişim sermayesi şirketleri, melek yatırımcılar devlet desteğiyle 5 milyar hatta 10 milyar dolarlık bir fon kursalar ve “ayrımsız”, “amasız” ilk gelen 5000 girişimciye 100,000 er dolar verseler.. 500 milyon dolar eder.. Bunların %50 si ilk yıl batsa.. Kalan 2,500 kişiye ikinci yıl gidişleri denetlenip ortalama -gelişmelerine göre - 200,000 er dolar verilse.. Bu da 500 milyon dolar eder.. Üçüncü yıla 1,000 i kalsa ve bunlara gelişmek için 500,000 dolar verilse bu da 500 milyon dolar eder.. Bunların içinden dev bir veya birkaç şirket/başarı hikayesi çıkmaz mı.. Çıkar çıkmasına da bizim böyle “bir niyetimiz” var mı..
Devlet de buna katkı verse ve ortak olsa..

Bu aynı zamanda bankalara, fon şirketlerine, borsa aracı kurumları, girişim sermayesi şirketleri de büyüyecek borsa ve bankacılık piyasası da gelişecektir..

Bizde “kupon arazi” bulup üzerine çirkin dev bloklar çıkarıp rant elde etmek varken kim uğraşır değil mi.. Çifte yollar gibi ölü üretim yapıp parayı batırırken rant elde etmek..

Konu nereden nereye geldi .. Esas mevzuyu kaybettik.. Mevcut duruma da önerimiz var..  

Hemen ve derhal "esas güç" olan ithalatçılarımız da örgütlenip Türkiye İthalatçılar Birliğini kurmalıdır.. Her ay ülkenin bir şehrinde "harcadıkları kaynakları" kokteylle açıklamalıdırlar..

İhracatımızı her ay kokteyl yaparak kutluyoruz..

İthalatçılarımıza ayıp oluyor diyeceğim de aynı adamlar değil mi ?

Ya sabır..

30 Eylül 2015 Çarşamba

Yeni dev kriz geliyor .. Neler yaşanacak..

Kriz geliyor.. - Eğer hala gelmediyse - .. Şahsi naçizane düşüncem hala "ayak sesleri" olduğudur.. Gelmemiştir.. Ama artık gelmesi ay/hafta/gün/saat meselesidir..

22 Eylül'de bu blogta yayınladığımız "Mantar ekonomisi, krizler ve ucube çocuk" başlıklı yazımızda şunları söylemişiz..

"2000-2001 krizine kadar baskı altında tutulan dolar 2001'de nasıl 60 kuruştan 1,80 liraya "piyasa tarafından devalüe edildiyse 2013'e kadar maximum 1,80 lirayı dolar son iki yılda 3,06 liraya giderek "idare edenlere" adeta "hadi kardeşim oynadığınız yeter" demiştir..

Sonucu da o yazıda şöyle bağlamıştık :

"Yeni dönemde ucuzlayan lirayla (nerede duracağını bilmiyoruz) ucuzlayan Türkiye şirketleri, bankalar el değiştirecek yeni oyuncular sahneye çıkacaktır.."demişiz..


Hepiniz eşekten düşen hocanın hikayesini gülümseyerek (ve acı çekerek ) hatırlarsınız.. "Hocam, doktor getirelim" diyenlere hoca "siz bana eşekten düşen birini getirin, halimden o anlar" der.. 

İşte o eşekten düşen benim.. Aşağıdaki yazı ve sahneler önümüzdeki dönemde sürüyle yaşanacaktır.. Türkiye 
borsasının %65 i 1994 krizinden sonra (Türkinvest'in yok edilmesiyle) yabancılara geçmiştir.. Türkiye 2000 
krizinden sonra bankalarının %50 sinden fazlasını yabancılara teslim etmiştir.. Bu gelecek (gelen) krizde 
sanayinin kalanını teslim edecektir..

Paylaşacağım yazı 1-7 1994 tarihli benim finanse ettiğim ve sonucunda Meriç Köyatası tarafından 340,000 dolar 
dolandırıldığım maceralarımdan biri olan "NOT Dergisi'nde" Yavuz Semerci kaleminden çıkmıştır.. 


Kelimesine dokunmamaya çalışıyorum , ama bazı bölümleri yanlış o bölümleri "parantez içinde ve italik" olarak 
düzelteceğim.. Bu yazı "çok büyük" "beni kimse yıkamaz"  diyen herkese ders olmalı..


SERMAYE PİYASALARINI SARSAN SON SEKİZ GÜN

İşte nefes Kesen Turkinvest operasyonu

Ülkenin en büyük borsa aracı kurumu Türkinvest, borçlarını Türkiye ‘de ilk kez önerilen bir yöntemle ödemek istediğini açıkladı. Tartışmalar yaratan bu yöntem nasıl ve hangi koşullarda oluşturuldu? Hükümetin tavrı ne oldu? Kredi vermekten son anda neden vazgeçildi? NOT, kapalı kapılar ardındaki gelişmeleri aktarıyor.

Üç bankanın tasfiye edilmesine yol açan mali piyasalardaki deprem, geçen haftadan itibaren borsa aracı kurumlarını da sarmaya başladı. Narullah Ayan ‘ın sahibi olduğu Türkinvest adlı borsa aracı kurumu, borçlarını ödeyemeyeceğini ve bunun için Türkiyede ilk kez uygulanacak bir formülü devreye sokacağını açıkladı. Bu açıklama, Türkiye’de borçların varlıklarla ödenmesi tartışmasını başlatırken, Sermaye piyasaları batıyor mu? Endişelerini de gün yüzüne çıkardı. 


Dergimiz NOT, Türinvest’in sallayan depremin başlangıcından tarafların yaşadığı heyecanları, tartışmaları ve karşılıklı blöfleri canlı tanıklarından öğrendi. İşte Türkiye’yi sarsan son 8 gün…


Cuma Saat 20:00
Yer :Ankara


Neler oluyor?

Başbakan Tansu Çiller, Başbakan yardımcısı ve Devlet Bakanı Murat Karayalçın, ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Aykon Doğan, Sanayi ve Ticaret Bakanı Tahir Köse ve Osman Ünsal Başbakanlık binasında bir araya geldi. 

Toplantı gündeminin ana maddesi bankacılık krizinin diğer piyasalar etkileri oluşturuyor. Toplantı da hazır bulunan bürokratlardan Sermaye Piyasası Kurulu Başkan Yardımcısı Caner Ertuna, repo yapan bazı aracı kurumların yaşayabileceği olası sıkıntıları anlatıyor. Başbakan yeni bir krizin çıkmaması konusunda uyarıda bulunuyor ve gerekenin yapılmasını istiyor.

(Hikayenin bu kısmının perde arkasında Nasrullah Ayan'ın Pazar günü basın toplantısı düzenleyerek önemli bir deklarasyonla iflasını duyuracağı ve pazartesi sabahı mahkemeye başvuracağı bu toplantının da sızdığı biliniyor.. Nasrullah Ayan'ı önce SPK Başkan vekili Caner Ertuna, sonra IMKB başkanı Tuncay Artun ikna edemeyince TCMB başkanı Yaman Törüner arayınca ancak N.A. toplantıya katılmaya karar veriyor)

Caner Ertuna, toplantı sonrasında gece yarısı, aralarında Nasrullah Ayan’ın da bulunduğu pek çok aracı kurumu arıyor. Ayan, repo işlemleri yapan aracı kurumların müşteri baskısı ile karşı karşıya kaldığını belirterek acil bir toplantı yapılmasını istiyor(Bu doğru değil, toplantıyı isteyen Nasrullah Ayan'ın "akli dengesinden şüpheye düşen" devlet) . Bu saatten sora müthiş telefon trafiği yaşanıyor. Borsa Başkanı Tuncay Artun Merkez Bankası Başkanı Yaman Törüner yataklarından kaldırılarak durum anlatılıyor ve Cumartesi sabahı SPK Ankara merkezinde aracı kurumlarla bir araya gelinmesi kararlaştırılıyor.




Cumartesi 
Yer Ankara

"Benim Vaktim Kısa"

Toplantıya, Ata Menkul Kıymetlerden Berra Kılıç, AOG(Türkinvest)'in sahibi Nasrullah Ayan, Çarmen'den Mehmet Bayrak, Karon'un ortaklarından Hüseyin Cankurtaran, Deha'nın sahibi Ceyhan Bektaş ve küçük aracı kurumları temsilen Borsa Aracı Kurumları Derneği Başkanı Müslüm Demirbilek çağırılıyor. Davet edilenler durumun ne kadar gergin olduğunu fark ediyorlar. Hemen hepsi sabah SPK merkezinde bir araya geliyor. Ertuna, ekonomideki gelişmeleri özetleyen kısa bir konuşma yapıyor. İşleri süratle bitirmesiyle tanınan Merkez Bankası Başkanı Yaman Törüner, lafı uzatmadan can alıcı soruyu soruyor.

-Beyler benim vaktim kısa. Sektörde risk nedir? Ve sizin riskleriniz ne kadar? 

(Burası da yanlış, Nasrullah Ayan son söz alan.. Önce diğerleri sorunları olmadığını söylüyor)..

-Ayan: Benim sorunum var. Ve şimdi çözmeliyim. Biz yedi yıldır sermaye piyasasını pompalıyoruz. Cengaverlik yapıyoruz. Bu süre içinde bazı açıklarımız oldu. Bunu konuşmalıyız.

-Kılıç: Bizim bir trilyon liralık repomuz var. Ama bunun karşılığı var. Bizim bir problemimiz yoktur.

-Bayrak: Bizim hiç yok.
-Demirbilek: Biz rahatız repo yapmıyoruz.

-Karon: Bizim repo miktarımız 250 miyar lira 100 puan üstüne satıyoruz ve kardayız. Bizim sorunumuz yok.

Aynı şekilde Ceyhan Bektaş ta sorun yok deyince; Ayan, Caner Ertuna’ya dönerek "herhalde sizin repo açıklarınız var" der. SPK'nın temsilcisi ne demek istiyorsunuz diyerek Ayan'a döner.

-Ayan : Beyler piyasa da 130 trilyon liralık repo açığı var. Bunun 1.3 trilyonu benim geri kalan kimde? Tek sorun ben miyim? Beyler 1,3 trilyon liralık açığım var 5 trilyonluk mal varlığım var. Tek kuruş banka kredim yok bu açığı ben yaratmadım sistem yarattı. Toplantıda tek sorunlu olarak Türkinvest gözükür. Törüner borsa aracı kurumlarının bankalar gibi Merkez Bankası nezdinde tahvil piyasasına sokulacağını açıklar. Ayan ise "Bu beni kurtarmaz benim sorunum kısa vadeli" diyerek durumunun aciliyetini anlatır.

-Yaman Törüner, diğer aracı kurum yöneticilerini dinledikten sonra "Türkinvest’in batmasına müsaade etmemeliyiz". Ayan'a dönerek "Ne kadar paraya ihtiyacınız var?" der. 

-Ayan: Pazartesi 100 milyar, eğer bu parayı bulamazsam Salı günü için 200 milyar, yok Salı da bulamazsam Çarşamba günü için 400 milyar o da olmazsa Perşembe günü 800 milyar’a ihtiyacım olur. Eğer ben kapıma gelenlere paralarını ödemezsem, güven bunalımı büyür, yok ödersem bir hafta sonra bu paranın iki katını tekrar toplar sistemi rahatlatırım.

PARAN HAZIR HALKBANK’A GİT

Yaman Törüner toplantıyı bir süre terk ederek yarım saat sonra döner ve Ayan’a "İşinizi hallettik. Gidin Halk Bankasına ihtiyacını olan parayı alın ve karşılığında teminatlarınızı yatırın." Merkez bankası kanalıyla Halk Bankası'na sizin için kredi açacağız"der.

Teminattan kastedilen, Ayan’ın anlattığı formüldür. Bunalıma çözüm. Ayan'ın kontrolünde olan ve şu anda piyasa değeri 70 milyon doların üzerinde gözüken Çelik Halat hisseleridir.

(Çelik Halat'a Türkiye'nin en büyük holdinglerinden biri 60 milyon dolar teklif etmiş, N.A. 100 milyon istemiştir.. İflas sürecinde Doğan Holding 21,050,000 dolara satın almıştır)..

Ancak Nasrullah Ayan ile Halk Bankası Genel Müdürü Cihan Paçacı görüşmesi 5 dakika sürer. Ayan, SPK binasına geri döner. "talihsiz ve anlamsız bir görüşme oldu" der. 

Bu konuyu çok sonra Ayan’a sorduğumuzda "Genel Müdür beni öpmek istedi" esprisini yapar."Bizim Halk Bankası ile şu anda mahkemesi süren ihtilafımız var. Biz onlara 200 milyarın üzerinde onlarda bize 60 milyarın üzerinde bir tazminat davası açtık. Ben bu kredi karşılığında davamızı çekelim. Sizin paranızı da ödemeyi kabul edelim Teminatlarımızı verip kredimizi alalım" dedim. Genel Müdür Cihan Paçacı şu anda mahkemelik olduğumuz tazminatın miktarını 280 milyar liraya çıkardı. Teklifi açıktı "Size 300 milyar lira kredi açarız 280 milyar lirasını keser 20 milyar veririz." dedi. Bende teşekkür edip, ayrıldım.

Pazar (sabah)
Saat 11:00

Yer Çırağan Sarayı

KRİZ DERİNLEŞECEK

Nasrullah Ayan bir basın toplantısı yaparak ekonomik sorunlara bakış açısını anlatıyor. Ankaradaki sıkıntılı saatlerden bahsetmiyor. Ama krizin daha derinleşeceğini anlatıyor. Hükümetin likit sorununu aşmak için kendisine destek vereceğinden emin. Bu kez kredinin Vakıflar Bankası kanalıyla sağlanacağı yolunda bilgiler geliyor. Aynı gün öğleden sonra Türkinvest Genel Müdürü tekrar Ankara’ya gidiyor. Bu arada Ertuna ve Yaman Törüner, yaklaşmakta olan krizin ayak seslerinden Başbakan Tansu Çilleri haberdar ediyor.
Çiller: "Çözün bu olayı" demeye devam ediyor.

Pazartesi 
Yer: Türkinvest

Ben artık oynamıyorum.

Vakıflar bankası Genel Müdürü Fehmi Gültekin, Ayan’ın telefonlarına yanıt vermiyor. Bankanın krediler bölümünden de Türkinvest’e kredi açılmasını durdurulduğu söyleniyor. Ayan bunun üzerine 25 Nisan 1994 tarihin de SPK’yı ayağa kaldıran şu iki notu geçiyor.

"Türkinvest yoğun müşteri baskısı yüzünden likitide sıkıntısı çekiyor. Bize ait Çelik Halat ve Tam Sigorta’nın borsada ki işlemlerinin durdurulmasını istiyorum"

Ayrıca Ayan, sahibi olduğu Sağlam Menkul Kıymetler Makroborsa,Erciyes ve İzibelli Menkul Değerler için şu notu geçiyor.
"Sermaye piyasasının çökeceğine kanaat getirdiğim den sahibi olduğum ……. Aracı kurumunun Sermaye Piyasası Kanunu 46/h maddesine göre ( bu madde tasfiyesini ve SPK’nın kontrolünü istemek anlamana geliyor.) işlem yapılmasını istiyorum."

Ayan,"artık ok yay'dan çıkmıştı" diyor. Ve Türkinvest’de kriz yönetimi kuruluyor.
Aslında, Hükümetin Türkinvest’e kredi verilmesini istemesine rağmen Vakıflar Bankasının vermemekte direndiği anlaşılıyor. Çünkü Genel Müdür Gültekin ‘in önünde bir rapor var. 

(Genel Müdür Fehmi Gültekin bir rivayete göre yıllar sonra kendisinin/yakınlarının helal kazandığı 10 Milyon doları rahmetli Cevher Özden'e vermiş, Cevher Özden Korkmaz Yiğit'e kaptırmış, bu para ödenemeyince intihar etmiştir.. Rivayet tabii..Devletin şerefli bir genel müdürü böyle bir parayı kendisi "bulmuş" olamaz.. Kesinlikle yalandır)

Raporda Ayan’a ait şirketlerin bu borcu karşılayabilecek varlıklarının olduğu ancak kendisinin ‘muteber’ olmadığı yazılı.
Dünya gazetesinde çıkan haber Türkinvest’in ipini çekiyor. Cumartesi günü SPK'da yapılan toplantıda Ayan’ın dile getirdiği repo açık miktarı kamuoyuna yansır ve tek sorunlu olarak gösterilir.
Ayan brokerlerini borsadan tamamen çekerek, ödemeleri durdurur. Müşterilerde gerginlik en üst noktaya çıkar. Kuruma gelerek paralarını isteyenlerin sayısı artar.

Pazartesi 
Yer: Ankara

Tamam, kredini çıkartıyoruz.

Ayan’ın notu Merkez Bankası ve Sermaye Piyasası Kurulu’nda büyük bir panik yaşatır. Şimdi ne olacak? Nasrullah Ayan bu notla "ben oynamıyorum" demiştir. Onlarca formül yaratılır. Kamuoyunun tepkisi, borsaya etkisi gibi pek çok bilinmeyen faktörlerde tek tek işlenir. Sonuçta kredi verilmesine yönelik tutum yeniden benimsenir.

Pazartesi 
Saat 24.00

Türkinvest’teki çalışma masasında mide kanaması geçiren Ayan International Hospital’e kaldırılır. Sabah’a kadar hastanede kalır. Ancak sabaha karşı telefonlar gelmeye devam eder. Hükümeti bağlayan biri Ayan’a beklediği mesajı verir: "350 milyar liraya Vakıflar Bankasın kanalıyla alıyorsun. Teminatlarını hazırla" der.

Salı (sabah)

Sayın Artun
TURKİNVEST yaşar mı?

Türkinvest müşterilerine Çelik Halat teminatına karşılık kredi alınacağı ve borçların ödeneceği sözü verilir. Herkeste bir yumuşama yaşanır.
Ancak aynı saatlerde Başbakan Tansu Çiller ile İMKB Başkanı Artun arasında ilginç bir konuşma geçmektedir. Çiller , Artun’a "AOG'ye 350 milyar kredi vermeyi kararlaştırdık."Siz ne düşünüyorsunuz?" diye sorar. Son gelişmelerden habersiz Artun’un yanıtı kısa olur,"Bir hafta kurtarır sonra batar." Başbakan bu konuşma üzerine "bu işi siz üstlenin o zaman" diye Artun’a talimat verir.
Borsa başkanı Artun, Türkinvest’e gelir. Burada tek başına çok özel bir konuşma yapar. Sonrasında kredinin kendisine verileceğini ama kendisinin bu işi sonuna kadar denetleyeceğini söyler.
Ayrıca Ayan'dan brokerlarını borsa işlem salonuna sokmasını ister. Ayan o sırada Erciyes Menkul Kıymetler de bekleyen brokerlarına, "Borsaya girin ve müşteri emirlerini yerine getirin" talimatını verir. Ancak saatler ilerledikçe şirkete gelen yatırımcı sayısı artmaya başlar. Kurtuluş için başka formüller aranmaya başlanır.

BROKERLAR NEDEN SEANSA GİRMEDİ

Ancak aynı saatlerde Türkinvest'in repocu müşterileri ilginç bir yöntemle repodaki paralarını kurtarma formülünü buluyor. Hisse senedi alım emri veren repocu yatırımcılar, para isteyen Türkinvest yetkililerine -repodaki paramızı çözün. Buraya geçirin- talimatını veriyorlar. Şirkette büyük bir panik yaşanıyor. Ayan’ın brokerların borsaya girmesini yeniden yasaklaması üzerine, Türkinvest ve ona bağlı diğer aracı kurumlar borsada işlem yapmayı durduruyor.

Ayan, yönetim kurulunu topluyor. Kamuoyuna açıkladığı formülü anlatıyor. Borçları kendi varlıklarını takas ederek ödeyeceğini söylüyor. –yatırımcının da benim de başka alternafimiz kalmadı- yorumunu yapıyor. 
Aynı gece, dergimizin imtiyaz sahibi gazeteci Meriç Köyatası, SPK nın onayıyla Türkinvesti denetleyen ve yönetim kurulunda çoğunluğu oluşturan bağımsız denetim firması DRT adına yönetime giriyor. Köyatası yatırımcının mağdur edilmeyeceği en uygun formülü bulmayı amaçlıyor. Formül Ankara ya anlatılıyor ve hemen ardından SPK ya şu faks mesajı geçiliyor.

"Telefonda anlatıldığı ve sizin de makul bulduğunuz gibi yatırımcıları tatmin edeceğine inandığımız ve uygun gördüğünüz ve devletten tek kuruş yardım istemeden uygulayacağımız formülü devreye sokmuş bulunuyoruz. Bundan dolayı daha önce bildirdiğimiz kararlarımızı geri çekiyoruz."

Aslında Ayan ın kabul ettiği formülün devreye sokulmasını iki gelişme yol açıyor. Vakıfbank ın vereceği bile tam olarak belli olmayan kredi için yüzde 300 faiz uygulamaya karar vermesi ve işadamı Sakıp Sabancı nın Çelik Halat için 15 milyon dolar teklif ettiği yolundaki doğrulatılamayan haberlerin gelmesi. Hatta bir iddiaya göre, gelişmeleri yakından izleyen Sakıp Sabancı, Vakıfbank yönetimine "Siz verdiğiniz kredi için Çelik Halat ı teminat olarak alın Türkinvest borcunu ödemediği gün Çelik Halat için 15 milyon dolar vermeye hazırım" demesi. İşte bu gelişme bardağı taşıran son damla oldu.

PERŞEMBE 
Saat 10:30

YER : The Marmara Oteli Formül ve yatırımcılarla toplantı

Türkinvest in Yönetim Kurulu, repo borçlarını ödemek için oluşturulan formülü basın toplantısıyla açıklıyor. Öncelikle yatırımcının mağdur olmaması için tedbir alınıyor. Sistemde repo alacakları nazım hesaplarda görünüyor. Bu da yatırımcılar için çok büyük bir güvence olmuyor. Nitekim daha önce faaliyetlerine son verilen bankalarda bu sorun nedeniyle tasarruf sahipleri mağdur oluyor. 

Türkinvest ‘te bütün repo alacaklarının, hisse senedi karşılığında ödenmesi durumunda, operasyon tamamlanıncaya kadar alacakların nazım hesaptan cari hesaba geçirilmesi öneriliyor. Böylece alacaklılar hukuki açıdan biraz daha güvenli bir statüye kavuşuyor. Ardından alacaklılara, Türkinvest’in portföyünde bulunan ve borsada işlem gören hisseler ile Türkinvest şirketinin hisseleri verilmesi öneriliyor. 

Basın toplantısından sonra Türkinvest binasında bu kez yatırımcılarla toplantı yapılıyor. Yatırımcılar arasından seçilen bir komite ile yönetim kurulu toplantısında, genel olarak formül olumlu bulunuyor. Ancak yatırımcılar verilecek hisseler için tespit edilen fiyatların yüksek olduğuna itiraz ediyor. Bunun üzerine yapılan görüşmelerden sonra üç yönetim kurulu üyesi ve yatırımcılar komitesi formül üzerinde rötüşler yapıyor. Verilecek hisse senetleri oranları ve fiyatların değişmesi için yönetim kurulu tekrar biraraya geliyor. Fiyatların biraz daha düşük gösterilmesi ve hisse senetleri oranlarında değişiklik yapılması, dağıtılacak hisse senetlerinde ağırlığın Çelik Halat ve Afyon Çimento’ya verilmesi yönündeki istekler tartışılıyor. Yatırımcılar hisseleri biçilen fiyatların makul bir noktaya düşürülmesi karşısında, hisse senetlerinin devir dışındaki tüm vekâletlerini ve şufa hakkını tekrar Türkinvest’ e vermeyi, küçük miktarlar için de belli bir miktar ödeme yapılması öneriliyor. 


Görüşmeleri sürdüren yönetim kurulunun üç üyesi ve yatırımcıların seçtiği komite aşağı inerek biriken yatırımcılara varılan ortak noktayı anlatıyor. Çözüm oluşmaması durumunda işin tasfiyeye gideceği, tasfiye halinde de en büyük zararı bizzat yatırımcının görmesi nedeniyle yatırımcılar bu ortak noktayı olumlu karşılıyorlar. 
Daha sonra yönetim kurulu yeniden toplanıyor ve yeni öneriyi tartışıyor. Öneri genellikle sıcak karşılanıyor. 
Fiyatların ne kadara düşürülebileceği konusundaki toplantı gecenin geç saatlerine kadar sürüyor. Ancak gecenin geç saatlerinde Sermaye Piyasası Kurulunun şirketin faaliyetlerini bir ay durdurma kararı ulaşıyor.
Sermaye Piyasası Kurulu’nun bu kararı, paniğin önlenmesi nedeniyle Yönetim Kurulunda doğru bir karar olarak değerlendiriliyor. Ancak Sermaye Piyasası Kurulunun sözlü olarak bildirdiği bu kararın yazısının gelmesini beklemek gerekiyor. Bu nedenle fiyat tespit toplantısı Sermaye Piyasasının yazılı açıklaması sonrasına bırakılıyor. Bu arada büyük miktarlarda reposu olan yatırımcılardan değişik öneriler geliyor. Yatırımcıların bir kısmı "Benim 10 milyarım var, 1 milyar daha yatırayım, bütün parama yılsonuna kadar makul bir faiz işlet. Topladığın ek parayla küçük yatırımcının ödemesini gerçekleştirir. Sistem düzlüğe çıkar" diyor. 

BUNDAN SONRA NE OLACAK

Yatırımcıların genel isteği, makul bir çözümün bulunması yönünde. Bir ay içinde çözümün bulunmaması halinde şirketin tasfiyesine gidilecek. Bu durumda şirketin tasfiye işlemleri üç yıl ile altı yıl arasında bir süre alacak. Yatırımcı büyük ölçüde zarara uğrayacak. 
Büyük bir ihtimalle, Yönetim Kurulunun ortaya attığı ilk formülle, yatırımcıların ilettiği ek istekler arasında orta bir yol bulunacak ve yatırımcının mağduriyeti asgari düzeye indirilecek. Bu arada Yönetim Kurulunun, yatırımcıları temsilen seçilmiş komite ile yapılan toplantıda komitenin ağırlıkla üzerinde durduğu ‘’ küçük yatırımcıların sorunlarına öncelikli olarak çözüm bulunması’’ önerisini incelemeye aldığı öğrenildi. Bu konuda hafta başında Nasrullah Ayan’ın küçük yatırımcılar için yeni bir öneri açıklaması bekleniyor.

KRİZ BİTİYOR 
HALK KAPİTALİZMİ GELİYOR

Toplumun büyük bir kesimi ekonomik krizin faturasını öderken, rantiyelerin hiçbiri fatura ödemiyor. Herkes "Rantiyeler de bir bedel ödesin" istiyor. Sonuçta borca karşılık hisse senedi sahibi oluyor. Bu da zorunlu olarak sınaî mülkiyetin tabana yayılmasını ve halk kapitalizmini getiriyor. 

Türkiye’de sermaye piyasası öyle bir mayın tarlasında ki, ya bu mayınlar ya da sermaye tabana yayılıp yeni bir halk kapitalizmi doğacak. Bu oluşumu sağlayan da repo…
Repo, bir menkul kıymeti bir vade sonunda geri alma taahhüdünün adı. Bu menkul kıymet ise hazine bonosu ve devlet tahvili olarak kabul ediliyor. Bankalar ve repo yapma yetkisine sahip olan aracı kurumlar hazine bonosu veya devlet tahvili satın alıyor. Sonra bu kâğıtları müşterilerine satıyor. Yeni bir yatırım aracı olarak çıkan repo bir süre sonra öyle bir hale geliyor ki, bankalar ve aracı kurumlar aldıkları hazine bonosu ve devlet tahvillerini birden çok kişiye satıyor. Daha basit anlatımıyla, bir otelde bir odayı birden fazla kişiye satmak ne anlama geliyorsa karşılıksız repo da o anlama geliyor. Alınan bir hazine bonosu, birden fazla kişiye repo karşılığı olarak satılıyor. Sonuçta sistem, karşılıksız repoyu doğuruyor. Repo faizleri diğer faizlerden daha cazip olduğu için finans sisteminde repo hacmi giderek büyüyor. Devlet de iç borçlanmasını daha rahat yapmak için karşılıksız repoya göz yumuyor. Hatta iç borçlanmasını rahatlatmak için karşılıksız repoyu teşvik bile ediyor. Sistem bu mantıkla çalışırken Ocak ortasında Türkiye’ de finans piyasasında bir kriz patlıyor. Döviz fiyatları fırlıyor. Merkez bankası döviz fiyatlarını önlemek için bir gecelik borçlanma faizlerini yüzde 1200’lere kadar tırmandırıyor. Faizler tırmanınca finans sistemine taze para girmeden mevcut para, faizle birlikte büyümeye başlıyor. Hiçbir üretime ya da hiçbir karşılığa bağlı olmadan finans sisteminin borçları büyüdükçe büyüyor. 

140 TRİLYONLUK REPO

Bugün finans sisteminde bankalar ve aracı kurumlar dahil olmak üzere ne kadarlık repo yapıldığı kesin olarak repo yapıldığı kesin olarak bilinmiyor. Ama tahminlere göre yılbaşında repo miktarının 70 trilyon lira dolayında olduğu belirtiliyor. Ocak ortasında patlayan kriz sonucunda repo faizleri yıllık bazda gecelik yüzde 85’lerden yıllık bazda önce yüzde 200’lere daha sonra yüzde 400 ve derken 1200’e kadar tırmanıyor. Bunun sonucunda finans sistemi yeni kaynak yaratmadan, ekonomi üretimini arttırmadan repo hacmini tahminen 140 trilyon liraya kadar getiriyor. Finans sistemi bu artış kadar yeni kaynak sağlayamıyor. Ekonomi ise bu kadar bir gelir artışını karşılayacak üretimi gerçekleştiremiyor. 
Devlet, nakit açığını kapatmak ve dövize hücumu önlemek için repo faizlerinde bu anormal fırlamayı teşvik edince, bankacılık ve finans sisteminin borçları yükseliyor. Hemen ardından merkez bankası karşılıksız repoyu önlemek için bir tebliğ hazırlanması için sermaye piyasası kuruluna baskı yapıyor. Sonuçta Sermaye Piyasası Kurulu karşılıksız repoyu yasaklayan bir tebliğ yayınlıyor. Bu tebliğden sonra piyasaya çıkan söylentilerin de etkisiyle repo sahipleri repolarını bozdurup karşılıklarını almak için bankalara hücum ediyor. Sonuçta üç banka batıyor ve bu bankadan repo alacağı olanlar paralarının karşılığında bir bardak su içiyor. Aynı panik bu kez sermaye piyasasının en büyük kuruluşlarından olan AOG Türkinvest’te yaşanıyor. Bu kuruluştan repo alacağı olanlar, paralarını almak için koşuyor. Türkinvest toplu para çekimi talebi karşısında tıpkı bankalar gibi parayı zamanında ödeyemiyor. Bir finans şirketinden herkes aynı anda parayı çekmek isterse, krizin ortaya çıkması da gayet doğal… Nihayet Türkinvest "Ben bu paraları ödeyemeyeceğim gelin anlaşalım " diyor. Anlaşma için önerilen formülde ise, tartışmaya değer iki yol var. Ya şirket repo alacaklarını ödeyemediği için tasfiyeye gidip iflasını isteyecek, ya da mal varlığını daha doğrusu hisselerini alacaklılarına devir edecek. Şirket iflasını isteyip tasfiyeye gitse, bu durumda alacaklılar paralarını kurtarmak için yıllarca bekleyecekler. Bunun yerine şirket portföyündeki hisse senetlerini almayı kabul etseler, hisse senedi piyasalardaki dalgalanma nedeni ile paralarını kurtarabilseler bile zarara uğramayı kabul edecekler. Bu formül şu anda tartışılıyor. Repo alacaklıları batan bankalarda meydana gelen çaresizliği yaşamamak için hisse takasına razı mı olacaklar, yoksa karşı mı çıkacaklar? Bu henüz belli değil. 
Ama sonuçta şu olacak ki: hiçbir gelir üretmeyen rantiyeler gelirlerini artırır, ekonomi inanılmaz boyutlarda kaydi para üretirken, rantiyeler sisteminde meydana gelen aksaklık nedeni ile hisse senedi sahibi olacak. Sınaî mülkiyet, yüksek faizle para kullananlardan, risk üstlenen, yüksek gelir peşinde koşan rantiyelere kaymaya başlayacak. 

FATURA HERKESE KESİLSİN

Toplumun büyük bir kesimi ekonomik krizin faturasını öderken, rantiyelerin hiçbir fatura ödememesine bir formül bulunacak, işçiler işsiz kalırken esnaf siftah yapmadan dükkan kapatırken, sanayici üretimini kısıp Pazar payı kaybederken, sabit gelirliler artan fiyatlar karşısında geçim zorluğuna düşerken ekonominin düzlüğe çıkması için bir kuruluşları da devletten kendilerine geçen bu KIT hisselerini kendi repo alacaklılarına devredecek. Böylece yüksek faiz sistemi ile ortaya çıkan kriz özelleştirmeyi de hızlandıracak. Tıpkı Arjantin de olduğu gibi tasfiye gerekçesiyle değişik bir özelleştirme gerçekleşecek. Sınaî mülkiyetin bir bölümü devlet, bankalar ve bankaların borcu olan sanayicilerden irili ufaklı rantiyelere geçecek.

Repo tebliğinde bir değişiklik olmazsa, iki ay sonra Türkiye’nin gündemi, ya çok daha büyük bir kriz ya da sınai mülkiyeti tabana yayan bir halk kapitalizmi olacak.

Hiçbir üretime dayanmayan yüksek faiz ya da ekonomiyi ve ülkeyi batıracak ya da zorun bir halk kapitalizminin temelini atacak. Eğer yürürlüğe girmesine iki ay kalan karşılıksız repo tebliğin de bir değişiklik olmasa, iki ay sonra Türkiye’nin yeni gündemi ya çok daha büyük bir ekonomik kriz ya da sınaî mülkiyeti tabana yayan bir halk kapitalizmi olacak. Daha basit bir anlatımla ya kriz daha da büyüyecek ya da kriz bitecek. Halk kapitalizmi gelecek. Ya şerden hayır doğacak ya da hep beraber batacağız!

Yazı burada bitiyor..

Bu hikayeyi niye anlattık..Bu yazıyı niye yazıyoruz.. Bu ülkede bu yapıyla hiçbir sanayici, hiçbir holding , hiçbir banka dokunulmaz değildir..Bu ülkenin de size aktaracağı kaynak yoktur, kalmamıştır.. Bu toplantılarla karşılaşırsanız , kanmayın..Yenilmişseniz benim yaptığımı yapın.. 

Teslim olun..

Memleketinize dönün..

Benden biraz daha akıllıysanız, bir tatil beldesinde bir villa alın, yerleşin.. Emekli olun..

Parasız emeklilik de gerçekten zor oluyor..