3 Aralık 2016 Cumartesi

Yastık altı altın gelir mi ?

İlk olarak sayın Cumhurbaşkanı altın borsasının, altın bankacılığının geliştirilmesi gerektiğini söyledi.

Niyeti ilk dillendiren Prof.Kerem Alkin hoca oldu..25.Kasım.2016 tarihli yazısında dedi ki :

".... yastık altında 3500 ton civarında tahmin edilen altın tasarrufunun, ekonomiye, finans sistemine ve Merkez Bankamızın rezervlerine kazandırılması, açık ve net, bugünlerde yine tartışmak durumunda kaldığımız döviz kurlarındaki dalgalanmayı tarihsel bazda unutmamızı, bir daha hiç görmememizi sağlayacak bir ekonomik değer."

Aynı yazısında hoca bugüne kadar yastık altından bankacılık sistemine sadece 40 Ton altın geldiğini söylüyor. Uzun yıllardır verileri birebir takip etmediğim bu rakamın doğru olduğunu var sayacağım. Ancak ilk olarak Toprakbank sanırım 1990 yılında bu uygulamayı başlatmıştı. 26 yılda 40 Ton geldiğini varsayarsak. yılda 1,5 Ton gibi bir altının geldiğini kabul etmek durumundayız. 

Esasen ülke halkı doğru politikalarla yönlendirildiği zaman kolundaki bileziği, boynundaki beşibiryerde'yi ekonominin hizmetine sunmuştur. 1980-1982 yılları arasında (tam rakam bilinmemekle birlikte) yaklaşık 300 Ton altını piyasaya sürmüş ve karşılığında o zamanın 7 milyar dolarını sisteme teslim etmiştir. 

Peki o zamanki kapalı ekonomiye, altının ve dövizin kaçak sayıldığı döneme rağmen bu kadar verici olan halk bugün neden altınını getirmez açıklayalım.

1. Dünyadaki şartlar 

Dünyada İkinci Paylaşım Savaşı sonrası tartışmasız dünya lideri haline gelen Amerika Birleşik Devletleri, bütün kapitalist ülkeleri ve uydularını (44 ülke) bir araya getirmiş, ellerindeki altınları toplayarak 1944 yılında Bretton-Woods kasabasında ünlü Bretton-Woods Anlaşmasını  imzalatmıştır. Buna göre yeni bir sistem kurulmuş (tüm detaylarını internetten öğrenebilirsiniz) bu sisteme göre ABD, dolarını altına sabitlemiştir. Kısacası üye ülkelerin elindeki dolarları kayıtsız ve şartsız 35 dolar karşılığı 1 ons altınla değiştirme taahhüdünde bulunmuştur. 

ABD, bu sistemi sonuna kadar sömürmüş karşılıksız bastığı dolarlarla dünyaya kafa tutmaya devam etmiştir. Vietnam Savaşı'nda ipin ucu iyice kaçmıştır. 1970 li yılların hemen başında altınlarını Amerika'ya emanet veren ülkeler Fransa ve Almanya öncülüğünde ellerindeki dolarları altına çevirmek isteyince bomba patlamıştır.. Amerika'nın elinde o dolarları altına çevirecek kadar altın yoktur..

Bunun üzerin Bretton-Woods Sistemi patlamış beraberinde altın fiyatlarını da patlatmıştır. Altın fiyatları 35 dolardan 10 yıldan kısa bir sürede 1980 de 850 dolara yükselmiştir. (Tam 24 Kat)..

2. Türkiye şartları :

1980 yılına gelindiğinde Türkiye tarihinin en bunalımlı dönemini yaşıyordu. 1974 Kıbrıs harekatından sonra dışarıda Türkiye'ye ambargo uygulanmış, iç barış her kesimden provokasyonlarla derin yara almış hızla yeni bir Yeniçeri İsyanına doğru yol almıştır. Yeniçeri İsyanı gerçekleşmeden önceki son Başbakan Süleyman Demirel yeni atadığı müsteşarı Turgut Özal'la birlikte 24 Ocak'ta o güne kadarki tüm hataları, faturaları halkın önüne koyarak bir ekonomi paketini devreye soktu.

Doları bir gecede 47,10 TL den 70,00 TL ye yükseltti. (%49 Devalüasyon)

O güne kadar %100 enflasyon bile varken yıllık %5 olan mevduat faizi üzerindeki narhı kaldırdı ve para bir maldır, o halde fiyatı da serbestçe belirlenir düsturuyla faizleri serbest bıraktı. Bir anda piyasada hiç bir kanuna tabi olmayan bankerler türedi. Bu bankerler aylık %10-12-15 ve hatta 20 faiz ödemeye başladılar. Elbette bankalar geri kalamazdı ve onlar da bu faizlere yakın faizlerle mevduat sertifikaları üretmeye başladılar ve bu sertifikaları bankerlere pazarlamaya başladılar.

Asgari ücretin 3,600 TL (52 dolar) olduğu ülkemizde 100,000 liralık altın satan (sadece 50 gram) insanlara 10,000 lira faiz ödemeye başladılar. 

Rakamları hazmetmeniz için şöyle bir kıyaslama şart.. Yılda 2,5 milyar dolar ihracatı olan ülkeye altından yılda 3 milyar dolar gelmeye başladı.

Ekonomi öylesine bir nefes aldı ki Yeniçeriler daha fazla beklemedi, 12 Eylül'de şartlar olgunlaştığından yönetime el koydular.

O tarihte altın madeni olmayıp 2,000 yıldır altın ithal eden ülke ilk defa altın ihraç eden (kaçak da olsa) ülke haline geldi.

1980 Ocak ayında 850 dolara kadar yükselen altın 1982 Haziran ayında 300 dolara geriledi. Ve halk altın satmayı bıraktı.

Vatandaş altın satmayı kesince, sisteme para akışı durdu. Para akışı durunca Türk Ponzi Sistemi çöktü.

Başından beri olayı denetlemeyen, kanun çıkarmayan devlet işin içinden sıyrıldı. Hükümetin Maliye Bakanı "Vatandaş Kumar Oynamıştır" deyip istifa etti, cunta Turgut Özal'la ikisinin üzerine yıkarak kovdu. Olay Kastelli'nin üzerine yıkıldı, bankalar paraları piç ederek zamana yayıp (%100 enflasyona rağmen faizsiz) ödediler. Bu tarihten sonra bazı ender zamanlar hariç halk altın bozmadı, bozmaz.. Sisteme yatırır, ekonomiyi canlandırır mı.. Bilemem..

Okurlar karar verecek..




26 Mayıs 2016 Perşembe

Ayıyla yatağa girmek, Zarrab, Marcos'un altınları..

İsviçre'deki yazıhanemizdeyiz..  Zor zamanlardan geçiyoruz.. Gene bir zorlu dönem.. İsviçreli dostlarım bir şekilde 1 milyon isviçre frankı sermaye ayarlamışlar, bir şeyler yapmaya çalışıyoruz.. Yanıma da finansal ilişkileri düzenlemek için bir İspanyol bankacı yerleştirmişler.. Adını hiç unutmuyorum.. Mariano Galiego..

Odamda ben ve iki asistanım çalışıyoruz.. Bir gün Mariano kulağıma eğildi ve diğerleri duymasın diye fısıldayarak benimkinden kötü bir ingilizce ile :

- Altın var satar mıyız dedi..

Şaşırdım..

- Neden fısıldıyorsun dedim, İsviçre'deyiz suç değil ki ..

Ve normal bir şekilde konuşmaya başladık.. Aşağı yukarı şu minvalde geçti konuşma..

- Altını illegal bir şekilde bir yerden mi çıkarmamızı istiyorlar ?
- Hayır, altın İsviçre'de banka kasalarında..
- Scrap (hurda) altın mı ?
- Hayır, rafine edilmiş 12,5 kiloluk külçe 995 lik ..
- Tanınmamış (unrecognised) bir rafinerinin malı mı ?
- Hayır, tanınmış (recognised) 4 rafinerinin malları..
- Miktarı ne kadar ?
- 400 Ton...
- E bu kadar mal bir günde satılmaz, fiyat garantisi mi istiyorlar..
- Hayır, o konuda yetkiyi bize bırakıyorlar.. Hergün ne satarsak komisyonumuzu alıp ödeyeceğiz..
- Komisyon ne ödeyecekler
- %4 net..

Burada bir parantez açayım.. O tarihlerde altın 400/450 dolar (ons) civarındaydı.. Ve takriben 5,5 milyar dolarlık altın söz konusuydu.. %4 komisyon da 200 milyon doların üzerinde idi..Biz ise maaşları bile ödemede zorlanıyorduk.. Eğer ons başına 15-20 dolar komisyon yerine normal olan 50 cent hatta belki 1 dolar teklif etselerdi, tereddütsüz o işi yapardım..Ama 15-20 dolar fahiş bir komisyondu ve kimse kimseye böyle bir parayı vermezdi, kirlenmeden alamazsınız..

- Mariano, sağol ben bu peyniri yemem..
- Neden Mr. Ayan çok büyük para
- Yol kısa, peynir çok tatlı.. Olmaz dedim..

Öğleden sonra İsviçreli ortaklarım yönetim kurulu toplantısı istediler..Şiddetli bir toplantı oldu..

- Neden reddettin bu işi dediler.. Aynı şeyi onlara söyledim.. "Ama" dedim "şirket sizin, bana yazılı talimat verirseniz memnuniyetle yaparım, karın da hepsini size veririm, ben ons başına 50 cent alırım".. Vermediler, işi yapmadık..

Bir kaç yıl sonra İsviçre'ye bir gidişimde o tarihte Yönetim Kurulu Başkanı olan arkadaşım beni yemeğe götürdü..

"O altın işini hatırlıyor musun" diye sordu.. "Evet" dedim.. "O altınlar varmış biliyor musun" diye devam etti.. "Başkası yapmış o işi".. "E hayırlısı" dedim.. "O işi yapanları Amerika geldi toparladı götürdü" dedi gülümseyerek "yatıyorlar şimdi hapiste".. "E neden" diye sordum.. "O altınlar Ferdinand Marcos'un (1965-1986 yılları arasında Filipinleri ezen faşist diktatör) altınlarıymış, aklamışlar.. Kaç yıl yatacakları da belli değil" diye sonlandırdı..

Bugün Zencani ve Zarrab'ın yaşadıkları aslında büyük devletlerle yatağa girmeye çalışıp yataktakinin ayı olduğunu farketmeme gafletidir..

Tecrübeli olmak için  İsmet Paşa'nın yaşadıklarını yaşamak şart değil, ders almak yeterlidir..




25 Mayıs 2016 Çarşamba

Siz Bilirsiniz !!!! İster hisse alın, ister bono...

Zaman zaman sosyal medya paylaşımlarımıza eleştiriler geliyor.. Eleştiriler normal dozda geldiğinde iyi de bazen ucunu kaçırıyorlar.. Bunu yaparken de alay ediyorlar, o zaman da 40 yıllık tecrübelerimizden bazen biz bile şüpheye düşüyoruz.. Oysa James Thurber "tecrübe yenilen kazıkların bileşkesidir" demiş.. 40 yıldır ne öğrendiysek kendi cebimizden öğrendik.. Mutluluklarımızdan yaşamımızdan fedakarlık ederek kazanımlarımız hanesine yazdık..

Bu girizgahtan sonra bugünkü konumuza gelelim.. Takip edenlerimiz bilir uzun süredir ülkede bir "ekonomik kriz" beklentimiz var.. Umarız yanılıyoruzdur.. Fakat dostlar şu fotoğrafa birlikte bakalım.

Avrupa'nın bir çok ülkesi vatandaşlarını çök uzun zamandır Türkiye'ye "gitmeme" konusunda uyarıyorlar.. Suriye ve IŞİD belasından beridir Avrupalı turist çekemiyoruz.. Bu sorun Rusya'dan gelenlerle dengelenmişti.. Dengeler oturmuşken gittik Rus uçağını düşürdük, Rusların ayağını kestik.. Şimdi siz umudunuzu vizeleri kaldırdığımız Antigua ve Barbuda, Guatemala, Gürcistan, Haiti, Honduras, Macau, Nicaragua, Palau, Paraguayi St-Vincent, Swaziland, Venezuela gibi ülkelere bağlarsanız millet size "yaw he he" diyecektir.. Turizmdeki durumu anlamak için Istanbul gibi çok değil daha geçen seneye kadar burnundan kıl aldırmayan otel sahiplerine soracaksınız, ya da gugıllayıp turizm bölgelerindeki satılık otellere bakacaksınız.. Yani turizm nanay..

Gelelim ihracata.. 2016 Nisan ayı itibariyle ihracat yıllık bazda 139 milyara gerilemiştir.. Yapısal olarak "inovasyonu" olmayan ithalata bağlı fason ihracattan bahsediyoruz.. Bu rakam bize 2011 yılı rakamlarına gerilediğimizi gösteriyor..  Yani anlayacağınız ihracat da nanay..

Kalıyor geriye son yıllarda sıkıştıkça sihirli bir el tarafından ülkeye sokulan "kaynağı belli olmayan" döviz.. Nereden nasıl gelir , kim gönderir bilmem.. Bir şeyi bilirim sonsuz değildir.. Hele hele koca ülkeyi idare edecek kadar hiç değildir..

Bu fotoğrafa önümüzdeki 12 ayda ödenecek 220 milyar dolar vadesi gelen/gelecek borçları ekleyin..

Bütün bunlara bugün Atilla Yeşilada'nın tahminiyle yeni başbakanın ve cumhurbaşkanının 100 milyar doları bulan mega projelerine lazım olan  80 milyar doları dış borcu ekleyin.. 

Buna bir de önümüzdeki dönemde Amerika'nın faiz artırımı halinde ne olacağını düşünün..

Ülkenin doğusu alev alev.. Mecliste temsil imkanı bulan bir avuç Kürt milletvekilini 90 larda yapıldığı gibi dokunulur hale getiriyorlar.. Neden başkanlık için.. Başkanlık neye yarayacakmış.. Herşeyin çaresi olacakmış..

Biz ülke yanıyor diyoruz.. Birileri bize sebep olarak başkanlığı dayatıyor..

Allah akibetimizi hayretsin ama kriz beklemekte haksız mıyız..

Ha tabii Mehmet Şimşek gitmedi (!)..

Bizim görüşümüz bu.. Gene de siz bilirsiniz..

6 Mayıs 2016 Cuma

BES'i beslemek ! Edi Bese !

Bugün başbakan yardımcısı Mehmet Şimşek'i dinlerken dehşete düştüm.. Sayın Şimşek BES'e katılımın otomatiğe bağlanacağını ve zorunlu olacağını keşfetmişti ve üzerinde çalıştıklarını müjdeliyordu..

Ben şahsen devlet-i ali ne zaman bir müjde verse tüylerim diken diken olur, şiddetle ürperirim ve korkarım.. Bu kerre de öyle oldu.. Hafızamı yokladım, biraz google'ladım ve bu muhteşem fikrin sayın bakana ait olmadığını, devletin geleneğinde var olduğunu ve bu keşfin çok eskiye ait olduğunu buldum..

Bakın nasıl..

Devlet-i Ali, cumhuriyet döneminde ilk defa 1961'de bu işi keşfetmiş. Çıkarılan bir yasayla 10 yıl vadeli %6 faizli tasarruf bonosu çıkarmış.. Bu bonolardan da gelir vergisi, kurumlar vergisi, veraset ve intikal vergisi mükelleflerinin vergi matrahlarının %3'ü oranında satın almak zorunda bırakmış.. Niçin ? Çünkü halk geri zekalıdır, tasarruf yapmayı bilmez.. Ne yapmalı ? Herşeyi düşünen devlet bunu da halkın yerine düşünmeli, halkı zorla tasarrufa teşvik etmelidir.. Arada adamın ihtiyacı olunca - e, insanoğlu ihtiyacı olur.. Düğünü olur, hastası olur, cenazesi olur, olur da olur - ne yapacak bunları satacak yer arar.. Devlet ne kadar zekiyse vatandaş da ondan geri kalmaz.. 2. el piyasası oluşturur, Istanbul'da bankerler türer..Bu bonoları alıp-satmaya başlarlar.. Herkes memnundur esasında.. Fakat devlet bununla yetinmez neden çünkü o devlettir ve haksız kazanca karşıdır(!).. 1969'da yeni bir yasa çıkarır ve der ki, "bana tahsile getirdiğiniz bonoları nereden bulduğunuzu belgeleyeceksiniz, belgeleyemeyenden %40 vergi alırım".. Ne vergisi diye sormayın geleneğimizde bile var "Deli Dumrul Vergisi".. Bir anda bonolar çöker, insanların elindeki bonolar tuvalet kağıdına dönüşür.. Devlete güvenip bonoları alanlar batarlar..

1974'te "Halkı Yatırımlara Teşvik Fonu" diye bir fon icat ederler.. Anladığım kadarıyla Anayasa Mahkemesi bu fonu "iktisadi alanda devlet müdahalesine olanak vermesi nedeniyle" anayasaya aykırı bulur..

Peki devlet vazgeçer mi ? Asla ..

1970'lerin ortalarında DÇM (dövize çevrilebilir mevduat) keşfedilmiştir.. Kısaca "sen bana dövizini ver, ben sana olunca veririm" olarak tarif edilen bu sistem sonunda "yaw sen dövizini döviz olarak geri istiyorsan epey bir süre bekleyeceksin, ama karşılığı TL'yi ülkede mevcut yabancı sermaye işletmelerinin hisse senetlerinin satın alımında, yabancıların Türkiye'deki turizm yatırımlarında, fason imalat yaptırılmasında, navlun ödemelerinde kullanabilirsin"e dönüştü.. Sonunda bu borçlar tasfiye edilir ama devlet gene maçın ortasında kuralları değiştirerek oynamıştır. 1980'lerin başında bu alacaklar yurtdışında 1 doları 18 centten işlem gördü.. (Bu konuda daha fazla bilgi isteyenler için : http://dövizecevrilebilirmevduat.nedir.com sitesine bakabilirler)..

1983 Özal iktidarıyla ülke başka bir boyuta geçmiştir.. Necip halkımız vergi vermeyi sevmediğinden devlet de seve seve almayı tercih ettiğinden olay "fonlar" vasıtasıyla soyma boyutuna geçmiştir.. Bu anlayışla devlet ilk akla gelen :

- Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik fonu (Fak-Fuk-Fon)
- Kamu Ortaklığı Fonu
- Toplu Konut Fonu
- Savunma Sanayii Destekleme Fonu
- Tanıtma Fonu
- İhracatı Geliştirme Fonu
- Afetler Fonu
- Özel Sektöre Maden Kredisi Sağlama Fonu (!)
- Faiz Farkı İade Fonu
- Organize Sanayi Bölgeleri ve Küçük Sanat Siteleri Fonu
- Sanayi Kredisi Fonu
- GAP Bölge Kalkınma Fonu,

gibi akla hayale gelmeyecek fonlarla soygun başlamıştır.. Öyle ki 1992 ye gelindiğinde tam 105 fonun gelirleri bütçe gelirlerinin %57'sine ulaşmıştır.. Anlaşma aslında iki tarafın da zevk aldığı bir anlaşmadır..  Halkımız, vergi ödemeyerek zevk almakta, devletimiz de şeytanın aklına gelmeyecek formüllerle o vergiyi seve seve tahsil etmektedir.. Bütçe dışı fonlar esasen zor unsuruna dayanmaktadır, ama olsun mutabakat oldukça kim karışabilir.. 

Bu kadar değil tabii.. 12 Eylül faşist darbesinin ardından gelen ekonomi yönetimi faizlerdeki narhı kaldırınca faizler kudurdu.. Devlet sübvansiyonu kalkınca halkın elindeki paralar bankerler vasıtasıyla bankalara oradan da bankası olan sanayicilere aktı.. Para azdı ama altın vardı, millet elindeki bilezik, kolye, yüzük ve hatta evlilik alyanslarını satıp faize yatırdı..  Köşebaşı bankerleri dışında banka sertifikaları pazarlayan bankerler de vardı.. Bunlardan en büyüğü olan Cevher Özden nam-ı diğer Banker Kastelli batmadan önce tam 10 bankanın mevduat sertifikalarıyla sisteme 2,5 milyar dolar aktardı.. (2,5 milyar doları düşünürken, Türkiye'nin o tarihteki ihracatının o kadar olduğunu göz önüne alın..) Tabii, sistemin %150 ile toplanmış bu kadar büyük parayı ödeyecek parası yoktu.. Hem devlet onlara parayı bankerlere verin dememişti ki.. Önce Kastelli yurtdışına kaçmaya ikna edildi, o gidince en büyük medya kuruluşu "Kastelli kaçtı" diye manşet attı, manşetten sonra devletin maliye bakanı "vatandaş kumar oynamıştır" dedi, cunta dönemin başbakan yardımcısı ve maliye bakanını (Turgut Özal ve Kaya Erdem) istifaya zorladı.. Ha, para ne mi oldu.. Faizsiz zamana yayılarak, enflasyon ortamında pul edilerek ödendi.. Hem canım parayı verenler bu faizleri alırken ödenmeyeceğini düşünmemişlerse devlet ne yapsın..

Bitti mi ? Biter mi...

Halkımız tasarruf edemiyor, edemeyince de ev sahibi olamıyor diye düşündü devlet-i ali.. Hemen 1986 da Konut Edindirme Yardımı (KEY) icat edildi.. Millet yine seve seve maaşlarından kesinti yapılmasına razı oldu.. Para Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı İdaresine yatırıldı.. 1 dolar 600 lirayken başlayan mecburi kesintiler 1995 e kadar dolar 30,000 lira oluncaya kadar devam etti.. Enflasyon ortamında pul edilen para hak sahiplerine dolar 1,500,000 lirayken (2008 de) iade edildi.. Devlet bu paranı yer mi.. Yemez, piç eder.. 

Sonra ...

Halkımız ve çalışanlarımız tasarruf etmeyi bilmemektedir.. 1988 yılında bir yasa çıkarılır adı da güzeldir ha !! Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabı Kanunu ..  Hem canım sadece çalışanlardan kesilmeyecektir, devlet de bu hesaba para yatıracaktır, yeter ki vatandaş para biriktirsin, valla kötü bir niyetleri yoktur.. 15 yıl sonra bu kanun ortadan kalkar, paralar da pul olarak ödenir..

Efendim badehu..

2000 yılında İşsizlik sigortası Fonu kurulur.. Amaç işsiz kalanların mağdur edilmesini önlemek gibi ulvi bir mevzudur.. 2015 yılı sonuna kadar bu fonda faiz dahil biriken para 130 milyar lirayı bulmuş durumda.. Fondan bugüne kadar işsizlik maaşı olarak işçilere ödenen para sadece 10,8 milyar lira.. Devletin malıymış gibi devletin buradan GAP ve diğer kalkınma projeleri için Hazine'ye aktartığı para 10,4 milyar lira.. İŞKUR'a aktarılan 4,3 milyar..  Kalan 93,1 milyar nerede derseniz , Hazinenin bilançosuna bakın.. Orada Hazinenin Varlıkları içinde görünüyor.. Tabii canım işçiler kim ki, vatandaş değil mi.. Vatandaşın parası, devletin sayılır..  

Bitmez ki..

1999 da olan deprem felaketinin ardından deprem vergileri icat edilir.. 10 yıl içinde 24,1 milyar lira toplanır (20 milyar dolar) .. Ondan sonrasını bilemiyoruz, çünkü artık sayıştay çalışmıyor.. Ne birikti ne harcandı bilmiyoruz.. Depreme karşı önlemlerde kullanılmak üzere verdiğimiz paralara ne olduğunu soranlara mevcut Başbakan Yardımcısı eski Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in verdiği cevap hala kulaklardadır.. "Yol yaptık ya"...

Bu kadar değil elbette.. Sürüyle var daha.. Ama bu kadarı bile beni yordu.. Kalanını da siz bulun..

Şimdi de BES'i mecburi yapacaklarmış..

Esasında BES başlı başına bir yazı konusu.. Başka bir zamana inşallah..

Kürtlerin dediği gibi..

EDİ BESE !

















15 Nisan 2016 Cuma

Merkez Bankası Başkanı ve Türkiye'nin "Yeni Yol"u

Sondan söyleyeceğimizi baştan söyleyelim, ülke bataklığa sürükleniyor..

Bu planlı mıydı, öyle görünüyor..

Olaylar 7 Haziran seçimleriyle ortaya çıkan sonuçlarla tetiklendi.. Yıllardır milli irade nutuklarıyla ülkeyi yöneten AKP şoka girmiştir.. Koalisyon ihtimalini telaffuz edemezken birdenbire bu olasılığın ortaya çıkması hele de HDP'nin %13 üzerinde oy alması üzerine ülkenin doğusu ateş çemberine alındı.. Ardından batısında patlayan bombalarla orası da yaşanmaz hale getirildi.. İçeride birdenbire ne olduğu anlaşılmadı.. Anlaşılmaya çalışılıyor.. "Barış Süreci" çöpe atıldı, "savaş süreci"nde düğmeye basıldı.. 1 Kasım'da "istenilen" sonucun alınmasıyla "savaş süreci" hız kazandı.. Öyle hız kazandı ki bugüne kadar "iki taraftan da ölenler bizim insanlarımızdır, bir tek ananın gözyaşlarına tahammülümüz artık yok"tan, "taş üstünde taş, baş üstünde baş" (aslında taş üstünde taş, omuz üstünde baş olması lazım) söylemli irili ufaklı Aksak Timurlar ortaya çıktı.. Üstüne tüy dikmek için son olarak 1994'e geri dönüp HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılıp zindana atılması gündemde.. Sanki bunlar daha önce tecrübe edilmemiş gibi.. Ülkede tek sorun başkanlık sistemine geçiş gibi gösteriliyor.. Sihirli değnek değecekmiş algısı yaratılıyor..

Bu esnada Amerika'yla ilişkiler için limoni demek çok iyimser olacaktır.. Amerika'nın değişik mevkilerdeki sözcüleri sözlerini esirgememekte, eleştiriler direkt ve dümdük yapılmaktadır.. Olaylar "my friend Obama"dan çıkmış kısa bir gayrıresmi randevu koparabilmek için 80 takla atılır hale gelmiştir. Sonunda Obama biraz da diplomatik nezaketten uzak o konuşmayı - muhatabının anlamak istemediğini varsayarak - tüm dünyaya aleni yapmıştır.. AKP yönetiminin PYD konusundaki tüm ısrarları sonuç vermediği gibi Amerika'nın verdiği cevaplar artık karikatür çizer sanatçıların başlıca malzemesi olmuştur.

AB ile ilişkiler santaj düzeyine getirilmiş, Kibar Feyzo'daki Maho Ağa gibi "köyü satarım ha" söylemi "tüm mültecileri otobüslere koyar, sınırları açarım"a dönüşmüştür.. Mülteciler bir mal gibi masalara meze yapılmış, şu kadar gönderirim bu kadar geri alırım muhabbeti eşliğinde ayran içilmiştir.. Fakat orası Türkiye gibi olmadığı için Avrupa Parlamentosunun Türkiye raporu 375 kabul oyuna karşı 133 red oyuyla kabul edilmiştir.. Bizde yeni başlayan "seni tanımayrum, saygi da duymayrum" modasına uygun olarak rapor tarafımızdan "null & void" "(keenlemyekün)" "(yok hükmünde)" sayılarak iade edilmiştir..

Tam da bu keşmekeş içinde kuruluşundan bu yana yüzü batıya dönük Türkiye, birdenbire yüzünü İslama dönüvermiştir.. Önce Suudi Arabistan'ın öncülüğünde kurulan Selefi-Sünni İslam ordusuna katılmış, peşinden Istanbul'da toplanmakta bulunan İİT toplantısında İslam Polisi (Enterpolü) kurulmasına karar verilmiştir.. AKP iktidarı aklınca hem Amerika'yı, hem Avrupa'yı hem de İslam ülkelerini idare edebileceğini hatta daha ileri gidip onların söyleyemediğini söyleyelim.. Türkiye'nin yöneticileri hatta tek yöneticisi, kendine DÜNYA LİDERLİĞİ görevini uygun görmüştür.. Stratejik derinlik bunu gerektirir..

Tam da bu noktada, Merkez Bankası Başkanlığına kimsenin tanımadığı, 39 yaşındaki Murat Çetinkaya getirilmiştir.. Elbette yaşı bizi ilgilendirmiyor.. Bankacılık hayatına Al Baraka'da başlamış, AKP iktidarıyla 2003 yılında henüz 27 yaşında Halk Bankasına geçmiş, buradan 2008 yılında Kuveyt_Türk'e geçmiştir.. İslami Bankalardaki başarısı  ona 2012 de Merkez Bankası Başkan Yardımcılığını getirmiştir.. Tabii bu göreve getirilebilmesi için yasa değişikliği yapılmıştır ama olsun, ülke böyle bir zekadan mahrum bırakılamazdı.. Nihayet tam da bu ortamda Merkez Bankası Başkanlığı görevine getirilmiştir..

Peki, neden ? Birinci sebep, dünya ekonomisi içinden çıkılmaz bir hal almıştır.. Faizler dünyanın bir çok ülkesinde eksiye dönmesine rağmen gelişmiş ülkeler büyümekte zorlanmaktadır.. İkinci sebep, 2008 yılından bu yana basılan paraların GOÜ ve GNOÜ 'lere aşırı akması sonucu bu ülkelerde balon oluşmuş, parayı verenler açısından paranın dönüşü konusunda ciddi kuşkular meydana gelmiş, doğrusu rakamlar dehşet verici boyutlara ulaşmıştır. Merkez Bankası kasasında 25 milyar doların altına düşen net rezervler tam da tehlike çanları çalarken bu değişiklik yukarıda çizdiğimiz genel fotoğrafla beraber ele alınmak zorundadır.

Niyet, islam ülkelerinden "faizsiz bankacılık" enstrümanlarıyla para çekmektir, bunu anlıyoruz.. Bunun için de bu konularda tecrübeli olduğu varsayılan bir Merkez Bankası Başkanı getirilmiştir, bunu da anlıyoruz.. Peki araplardan kimler bize bu kadar çok para yığacaktır, işte bunu anlamıyoruz.. 40 dolarlarda gezinen petrolden - yakın bir zamanda eski fiyatlar hayal görünmektedir - elde edilen gelirler Suudi Arabistan'ı bile borçlanma eşiğine getirmiştir.. Bu durumda şunu söylemek gerekmiyor mu ? Kendisi himmete muhtaç bir dede / Nasıl ki gayrısına himmet ede.. Ya da  :

Hasan Dağı arpalıktır, eğer saban yürürse,
Her dereye bir değirmen, eğer suyu gelirse,
Her köylüden birer tavuk, eğer köylü verirse,
Güzel gidiş bu gidiş eğer sonu gelirse..

Net söyleyeceğiz hiç lafı bükmeden.. Türkiye deneme tahtası değildir.. Deneme yanılmalarla kaybedecek ne zamanı ne lüksü yoktur.. Türkiye, bataklığa gitmektedir.. Net...


5 Mart 2016 Cumartesi

Fındık.. 2008 den 2016'ya Garp cephesinde yeni birşey yok !

FINDIK KRALLIGI NE ANLAMA GELIR ?

Isviçre, 24.Nisan.2008

Kose yazarlarını okurken arada bir, bir yazıya rastlarsınız ;  « bugün içimden yazı yazmak gelmedi »  ya da « bugün ne yazacağımı bilmiyorum » diye başlayan….

Yazı yazmaya başlamaya söz verdiğimde « Merhaba » yazısından sonraki ilk yazım 8 saatimi aldı. Sonraki yazılarsa 1 saate düştü. 

Dünkü 50. yaş psikolojisi biraz duygusal oldu. Üç çocuğumdan sadece biriyle ve eşimle beraberdim.

Sabah kalktığımda yazı konusunu düşündüm. Kimse benim 50 yaşımda olmamı ikinci defa yazmamı kaldıramazdı, benden ekonomi bekleyenler vardi. Boyle zamanlarda yazarlara tavsiyem “FINDIK” yazmalarıdır.

Fındık kaldırır. Çok rutubetli iklimde yetişir. Çok su kaldırır. Üreticilere tavsiyemdir.

Fındık kaldırır. 10 yılda bir iyi para verirseniz  sonraki 9 yılda mağdur etmenizi kaldırır. Siyasetçilere tavsiyemdir.

Fındık kaldırır, fındık vatana ihaneti bile kaldıracak derinlikte bir maddedir. Bürokratlara tavsiyemdir (Asla yakalanmazsınız).

Fındık kilosu 10 dolardan 5 dolara düştüğünde bile iktidardan düşürmez çünkü bu iktidar işbaşına geldiğinde 2 dolar olduğuna göre hala ilk fiyatın üstündedir.

Bir zamanlar fındık Ünal Sağra’dan sorulurdu. Hayatını fındığa adamıştı… Sonunda Sağra’yı Kamuran Çörtük adlı bir “iktidar türedisi işadamı” na vermek zorunda kalmıştı.. 

Lokman Kondakci vardı sonra ondan sorulurdu… Adamın dertleri bir yana  hayatındaki kadınların tüm ölçülerini  ezberledik kral olduğu zamanda..  Esas krallığını devlete devretme sebeplerini hiç araştırmadık…

Esasında kral hiçbirimiz değildik. Krallık, ülkemizin üretim krallığıydı. Dünyanin % 70 ini üretiyorduk. Ve krallık ülkemizin hakkıydı…

Ama her yerde olduğu gibi hainler hep var oldu.  Bugünde öyle..

Türkiye 50 li yıllarda 60,000 Ton fındık üretir, Avrupalı dostlarımız bağırır :Çok üretiyorsunuz , kısın…

Türkiye 80 li yıllarda Avrupalıyı dinlemeden 300,000 ton fındık üretir.. Yine bağırırlar… Çok üretiyorsunuz … Daraltın…


Bugün Türkiye 600,000 Ton üretmektedir … Bağirti devam etmektedir… DURUN…

Dünya tüketimi  sonunda bu rakamlara ulaşmıştır...

Üstüne 90 sonrası 50,000 tonluk üretimle Azerbaycan eklenmiştir.

Üstüne 60,000 tonluk üretimle Gürcistan eklenmiştir.

Hatta sevgili kardeşimiz Hillary Clinton’un kardeşleri Gürcistan'ı soyarken yakalanmışlardır..

Fındık önemlidir..

Fındık krallığı önemlidir..

Peki fındık krallığı ne anlama geliyor ?

Davul boynumda… Tokmak Ferrero’da…


Hay böyle krallığın...