17 Kasım 2015 Salı

Hazine Bonolarından Batılır mı ?

Güç bela biriktirdiğiniz bir 10,000 liranız var diyelim.. Biz buna birikim diyoruz..

Bu parayla  1 yıl sonrasına %10 faizle 11,000 liralık hazine bonosu aldınız ve vade sonuna kadar dokunmadınız.. Biz buna yatırım diyoruz..

Veya varsayalım bu parayla bir hisse senedi seçtiniz ve o hisseden 1 yıllık hedefle satın aldınız ve bu 1 yıl süreyle hiç alım satım yapmadınız bu süre sonunda hisse senedinin temettü getirisi ve piyasa fiyatı toplamı 10,000 liranın üstündeyse bu karınız demektir.. Biz buna da yatırım diyoruz..

Bunları sevmediniz ve bu paranızın tamamıyla altın, gümüş, dolar, euro veya başka bir döviz satın aldınız - her ne kadar bazı ekonomistler dövizi yatırım aracı saymasalar da - ve 1 yıl süreyle tuttunuz.. Biz buna da yatırım diyoruz..

Bu örnekleri arsa, gayrımenkulle, banka mevduatı vs. çoğaltmak mümkün..

Bunlar dediğimiz gibi yatırımdır ve ekstrem şeyler olmazsa getirileri farklı olsa da çok büyük ihtimalle batmazsınız..

Peki buradan çıkalım ve şöyle örnekler verelim..

10,000 liranıza (ya da karşılığı yaklaşık 3,500 dolarınıza) bir arkadaştan/akrabadan/bankadan/aracı kurumdan/forex şirketinden isteğinize veya kredibilitenize ve borç verenin agresifliğine bağlı olarak 3,500 dolardan başlayarak 350,000 dolara kadar borçlanabilirsiniz.. Ve bu parayla hazine bonosu /devlet tahvili/hisse/Borçlandığınız paranın oranına göre artık siz bir spekülatör veya manipülatör veya kumarbaz olarak tanımlanabilirsiniz.. Çok büyük paralar kazanabilirsiniz veya çok hızlı batabilirsiniz..

Bu tip miktarlar için çok hızlı batma ihtimaliniz %99,9 dur.. Çok büyük para kazanma ihtimaliniz de geri kalan %0,1 dir.. Piyasa sizin üç kuruşunuzu elinizden almak isteyen profesyonellerle doludur ve inanın çok mu çok aceleleri vardır..

Dünyada bilgi akışı, bilgiye erişim her geçen gün hızlanmaktadır ve artık demode olmuş tabirle dünya büyük bir köyden ibarettir.. Eskiden bilgi akışı yavaşken ve herkes eşit oranda faydalanmazken büyük paralar kazanmak çok kolaydı.. Artık bugün bu pek mümkün değildir.. Milyarlarca hatta trilyon dolarlara hükmeden devletler, merkez bankaları, büyük bankalar, büyük fonların karşısında maalesef hiçbir şansınız yoktur..

Kararlarınız uzun vadede doğru olsa bile zamanlamanız yanlışsa 1 e 100 kaldıraçla taşıdığınız bir pozisyon siz ne olduğunu anlamadan sıfırlanır..

Şimdi yazımızın konusuna gelelim hazine bonolarından/devlet tahvillerinden batılır mı.. Hemen cevap verelim.. Evet ! Batılır.. Hem de hergün piyasalarda yüzlerce oyuncu batmaktadır.. Piyasalarda artık bilinen FX enstrümanları (pariteler, viop, uluslararası hisse endeksleri vs.) dışında bizde henüz likit olmayan faiz enstrümanları da vardır ve bunlardaki günlük hareketler her gün onlarca/yüzlerce oyuncunun batmasıyla son bulmaktadır..

Bizde ise oyun farklı oynanmaktadır.. Devlet politikası olarak dış kaynak/finansman bulabilmek amacıyla bazı dönemler düşük kur yüksek faiz uygulanmaktadır.. Bu uygulamalar belli dönemlerde çok tatlı ve fahiş karlar yaratmaktadır.. Tabii her tatlı ve fahiş dönem gibi bu dönemlerin de sonsuza kadar devam etmesi mümkün değildir.. Bu tip politikalar sonunda herhangi bir bahaneyle duvara toslamakta, panik satışlarla aynı anda yüksek faiz ve büyük bir devalüasyonla karşılaşılmaktadır..

Türkiye yakın zamanda bu tür bir fotoğrafla iki kez karşılaşmıştır.. Bunların ilki 1994 krizi, ikincisi de 2000/2001 krizinde gerçekleşmiştir..

Demirbank vak'ası bunların ikincisinde gerçekleşmiştir..  1953 te kurulan Demirbank hayatımıza "Demirbank hayırlı günler diler" sloganıyla girmiş, yanlış hatırlamıyorsam 1985'lere kadar kendi halinde mütevazı bir banka olarak devam etmiş, 1985 te yönetimi Halit Cıngıllıoğlu'nun almasıyla agresif bir büyümeye başlamıştır.. Uzun yıllar piyasada doğru yerde doğru zamanda bulunmanın avantajlarını iyi kullanmış 2000 yılı itibariyle %51 ini 3,5 milyar dolara HSBC 'ye pazarlar duruma getirmiştir..

Gelinen noktada bir yanlış hesap bankanın sonunu getirmiştir.. 1 milyar dolarlık özkaynakla 6 milyar dolarlık Türkiye Cumhuriyetinin  hazine bonosu/devlet tahvili riski alınmıştır.. Kalan 5 milyar dolar dış kaynakla fonlanmış yani dış borç edinilmiştir.. 2000 sonunda aniden patlayan devalüasyon ve fırlayan faizler eldeki varlıkları sıfırlamış borçlar ise katlanmıştır.. Esasında bankanın büyümesi ve bu seviyeye gelmesindeki esas gelir kalemi uzun yıllar bu enstrümanlar olmuştur..

Demirbank olayı bizim gibi ülkelerde herkesin başına gelebilecek olaylardandır.. Bu nedenle yöneticilerini olsa olsa "müdebbir tüccar" olmamakla suçlamak mümkündür..

Bugün ise ülkenin özel sektörü tümüyle aynı durumdadır.. Korkarız ki, bu sefer ki konsolidasyon 2000/2001 deki gibi sadece bankalarda olmayacaktır.. Tüm özel sektörlerde böyle bir konsolidasyon mümkündür..


4 Kasım 2015 Çarşamba

Tek parti iktidarı krizi önleyebilir mi ?

Son "Üniforma" başlıklı yazımızın sonunda şöyle demiştik..

"Halk bütün bu insanların maaşlarını kendisinin ödediğinin farkında değildir.. Faciası onun yerinde olsa o da aynı şeyleri yapacaktır.."

Bu yazıdan üç gün sonra seçimlere gittik.. YSK henüz resmi sonuçları açıklamasa da 13 yıldır iktidarda bulunan AKP 317 milletvekili ile tek başına iktidar.. Yapacak bir şey yok.. Madem ki demokrasi diyoruz, bununla da yaşayacağız .. Esasında şaşılacak bir şey yok, ülkenin geneli %60-65 lik "sağ muhafazakar seçmen"den oluşuyor.. Bu 1950 den bu yana böyle.. Solun oyu %35-40 civarında kalıyor.. Bu kadar yoksulluğun, yolsuzluğun, yasakların olduğu bir ülkede sol bu halde kalıyorsa bizce kendine bakmalıdır.. Bu derin analizleri ülkede mebzul miktarda bulunan siyasilere ve siyasi analistlere bırakarak yeni dönemde bizleri neler bekliyor onu irdeleyelim..

Dünya 2008 büyük krizinden sonra alışılmadık bir yola sapmış, tüm sorunlarını para basarak halletme yoluna gitmiştir.. Bugün geldiğimiz noktada gelişmiş ülkelerin merkez bankaları bilançoları devasa boyutlara ulaşmıştır.. 2003 yılından 2008 yılına kadar 800-900 milyar dolar seviyesinde seyreden Fed (Amerikan Merkez Bankası) bilançosu Eylül 2008 de başlayan çılgınlıkla bugün itibariyle 4,5 Trilyon dolara ulaşmıştır.. ECB (Avrupa Merkez Bankası) bilançosu 1 trilyon Euro civarından 3 trilyon  Euro'ya yükselmiştir.. BOJ (Japon Merkez Bankası) bilançosu 800 milyar dolardan 3 Trilyon dolara ulaşmıştır..Bunları çoğaltmak mümkün..

Esasen 2008 krizinde dünya ekonomileri çok daha büyük bir sorunla, üçkağıtla, dolandırıcılıkla yüzleşmek zorunda kalmıştır.. Derivative (Türev Ürünler).. 2008 yılında 700 Trilyon dolar boyutunda olan bu atom bombası 2012 yılında bazı kaynaklara göre 1,200 Trilyon dolara yükselmiştir.. Dünyanın tümünün Brüt hasılasının 70 Trilyon dolar olduğu düşünülürse elimizdeki bombanın büyüklüğü daha kolay anlaşılabilir..

Bunlar büyük rakamlar ama, mevzuya gelmeden önce bahsetmek gerekiyordu.. Dış borcumuz AKP iktidara geldiğinde 129 milyar dolarken, dünya krizinin geldiği yıl olan 2008'e girdiğimizde 250 milyar dolara ulaşmıştı.. Ondan sonraki 7 yıllık durgun ekonomide 405 milyara çıktı.. Önce Derviş'in uyguladığı müstemleke politikaları sayesinde 2008 e kadar akan para, peşinden de tüm dünyada kontrolden çıkan para arzı sayesinde 13 yıllık dönemde ülkeye inanılmaz para geldi.. Bu paraların hiçbir kuruşu üretime yönelmedi.. Paranın tamamı inşaata, faizlerini ödeyebilmesi için hazineye ve tüketim için hane halkına aktarıldı.. Sonra gelen paralar devam edebilmek için yeniden ve tekrar inşaata, faizler için hazineye, faizlerini ödeyebilmek için yeniden hane halkına aktarıldı..

Maalesef ihracat yüz ağartıcı durumda değildir.. Son 12 aylık ihracat 145 milyar dolardır.. Bunun 21 milyarı tarım ürünüdür..Tarıma dayalı sanayi ürünleri (ki bunlar, tekstil deri ve halıdır) 11 milyar dolardır.. Kimya (?) ürünleri 16 milyar dolar, hazır giyim ve konfeksiyon 17 milyar, otomotiv 21 milyar dolar, demir-çelik  13 milyar dolar, maden 4 milyar, klima 4 milyar, elektrik elektronik ve hizmet (?) 11 milyar, makine ve aksamları 6 milyar dolardır.. Kalan tüm ihracat 21 milyar dolardır.. Tüm bu ihracatlar için yapılan ithalatlara değinmeyeceğim ama, tüm bu ihracat kalemlerinde bize ait bir şey yoktur , tamamı fasondur, tamamı montajdır.. İnnovatif HİÇBİR ürünümüz yoktur.. Kendimize ait markamız yoktur.. 

Bilişim sektöründe sadece tüketici yönünde gelişme sağlanmıştır.. Dünya çapında bir yazılımımız olmadığı gibi işin hammaliyesinde bile bir markamız olmamıştır..

Özelleştirme neredeyse tamamlanmıştır.. Cumhuriyetin başından beri kurulan tüm tesisler, şirketler, telekomünikasyon, doğalgaz, elektrik aklınıza ne gelirse satılmıştır..

Bunların üzerine fizibilitesi tartışmalı 3. köprü, 3. havalimanı gibi "fantezi" yatırımlarla ülkenin geleceği üzerine de ipotek konulmuştur..

Türkiye 13 yılını heba etmiştir.. Bir sürü duble yol yapılmış, bir sürü AVM dikilmiş, bir sürü bina dikilmiştir.. O kadar.. Bunlar bir sürü insanı zengin etmiş ama yarattığı milyarderler kadar fakir fukaradan servet transferi yapılmıştır.. Bunun devam etmeyeceği/edemeyeceği  aşikardır.. Sorun şuradadır.. Uluslararası finans kapital kendi parasıyla yarattığı bu zümreye bu parayı yedirmeyecektir.. 

Dünya bu para bolluğunu ve düşük faizleri ne kadar devam ettirebilir bilinmez, ama ilanihaye devam etmesi mümkün değildir.. Faizler bu yıl Aralık ayında olmasa bile 2016 da artmaya başlayacaktır.. Faizlerin artması GOÜ (Gelişmekte olan ülkeler) ve bizim gibi GNOÜ (Gelişmeye niyeti olmayan ülkeler) para girişini zayıflatacak, zorlaştıracaktır.. Para girişi bir yana para çıkışının hızlanmasından endişe etmekteyiz..

Türkiye bol para döneminde çok hızlı bir dönüşüm sağlayabilirdi.. Ar-Ge ve innovasyona ayrılacak birkaç milyar dolar ülkenin katma değerli ürünlerini ve markalaşmasını yaratabilirdi..

Hangi parti iktidarda olursa olsun, gelen fırtına tüm GOÜ ve GNOÜ'leri etkileyecektir.. Bizim gibi zayıf ülkeleri ise daha çok etkileyecektir.. Kimsenin elinde sihirli değnek olduğunu sanmıyoruz..

Önümüzdeki 18 ayda kusursuz fırtına beklentimiz devam ediyor.. Şansımız petrol fiyatlarının düşüklüğü ve devalüasyonla rekabet imkanımızın artması gibi görünse de ihracatın artmaması, büyümenin sınırlı kalması gün gibi ortadadır.. Türkiye'nin sorunları devasadır..

Sınırlarımızda akan kan ve karışıklık sorunlarımıza yardımcı olmamaktadır.. İstikrarsızlığa kısa sürede çare de görünmemektedir..

Tedavi için teşhisin konulması gerekmektedir ki, ufukta bunu kabullenmiş kadrolar göremiyoruz..

Elbette ki kriz son istediğimiz şeydir çünkü bedelini hem beraber ödeyeceğiz.. İnşallah yanılıyoruzdur..

Zaman ayağını yorganına göre uzatma zamanıdır.. Ama sanırım geç kaldık..







28 Ekim 2015 Çarşamba

Üniforma

Bu yazımı bütün dürüst, hak yemez devlet memurlarını tenzih ederek yazıyorum.. Lütfen affola.. 

Genelde fakir bir çocuktur o.. Sadece kendisi değil ailesi, atası hatta yedi ceddi yoksuldur.. Güç bela okur.. Çoğu zaman 3-4 yıl tek pantolonla, yırtık pardösü ile, altı delik çarık/ayakkabıyla güç bela okur, eğitimini çok zor şartlarda bitirir.. Bir diploma edinir büyük zorluklarla.. İlk hedefi bir devlet memurluğudur.. Adı da düz Ahmet'tir, Mehmet'tir, Hasan'dır, Hüseyin'dir çoğu zaman..

Sonra atar kapağı devlet memurluğuna.. Polis olur, maliye memuru olur, tapu memuru olur, gümrük memuru olur, jandarma olur, zabıta olur, savcı olur, hakim olur.. Olur da olur.. Bir makam geçirdi mi eline tamam.. Devlet üstüne bir de üniforma uydurur ki değme keyfine..

Artık o halkın hizmetkarı olmuştur diye düşünürsünüz, hayır o artık devletin hizmetkarıdır.. Bir anda Ahmet Bey, Mehmet Bey, Hasan Bey, Hüseyin Bey oluvermiştir... Ona işi düşen Ahmet'lerin, Mehmet'lerin, Hasan'ların, Hüseyin'lerin hem üstündedir, hemi de üniformalıdır.. 

Polis memuru Ahmet, artık halkın polisi değil devletin polisidir.. Önüne gelen her siyasi sanığa vatan haini, her "adli" sanığa hırsız, gaspçı, katil muamelesi yapar, işkencesini yapar karşısındaki vatandaş suçluysa ne ala maaşla, madalyayla taltif edilir.. Suçsuzsa mesele yok nasılsa üstü örtbas edilir.. Sadece gençlerin özgürlük talebi eylemlerinde değil, yeşili savunan ev kadınlarının, teyzelerin, amcaların hak taleplerine, silahlarla, gaz bombalarıyla, TOMA'larıyla saldırırlar..

Maliye memuru Mehmet için artık halk yoktur.. Devlet vardır.. Çünkü düşüncelerine göre onun maaşını ödeyen vergi verenler değil, devlettir.. Tüm işadamları, esnaf, bir şeyler üretmeye çalışan vatandaşlar hırsızdır, vergi kaçakçısıdır..Başı ezilmelidir..Gücünü mevcut iktidara dayamayan herkes cezalandırılmalıdır.. Yok edinceye kadar basar cezayı.. Tabii ki ödenemez, çünkü o kesilen para kadar parası olmamasına özellikle dikkat eder.. Bir daha o esnaf ,o işadamı iş yapamaz..

Tapu memuru Hasan da bir üniforma geçirmiştir üzerine.. Öyle kolay kolay mülk edinemezsin, mülkünü de elden çıkaramazsın.. Harçlık vereceksin.. Hem direkt de almaz, her tapu dairesinin önünde iş takipçisi komisyoncular vardır.. Yoksa 20 dakikalık işiniz için enaz 10 gün uğraşırsınız.. Kimin umurunda..

Hüseyin de gümrük memuru olmuştur.. TIR'larla, gemilerle kaçak malınız varsa kolay anlaşırsınız.. Ama hakkınızdan 1 litre fazla içkiniz veya 1 karton sigaranız varsa yakalanır ve aşağılanırsınız..

Ali  de Jandarma olmuştur.. Ona göre  her köylü mevcut sistemin yıkılması için potansiyel tehlikedir.. Gelir, dipçikle kafasına vurur, harmanını hatta evini barkını yakar.. Çünkü üniforma ona o hakkı vermektedir..

Mustafa bir şekilde üzerine zabıta üniforması geçirmiştir.. Artık o dilencilik yapmayı onuruna yediremediği için işportacılık yapan garibanın, kafasını sokacağı bir gecekonduyu güç bela - politikacının teşvikiyle - yapan vatandaşın korkulu rüyasıdır..

Hele Zeki Bey, bir savcı olmuştur ki, değmeyin keyfine.. Boru mu bu.. Savcı üniforması.. Önüne gelen dosyayı öyle bir yazar ki, öyle suçlar icat eder ki, Agatha Christie'nin dudakları uçuklar.. Yazar da yazar 500 sayfa 1000 sayfa yazar.. Beraat ederse sanık(lar) "pardon" der.. Suçlu bulunur da yıllar sonra suçsuzluğu ortaya çıkarsa ne olmuş.. Nasılsa hesap soran yok..

Mahmut Bey de hakim olmuştur.. Hükümler verir, sonra bir bakarsınız bir gün yargıladığı ve beraat ettirdiği bir kaçakçının, bir uğursuzun, bir soysuzun avukatı oluverir.. Onun üniforması hepsinden daha fiyakalıdır..

Yazımızın başında söyledik.. Bu mesleklerdeki insanların suçlamıyoruz.. Verdiklerimiz en uç örnekler, biliyoruz.. Ama en dürüstleri, en hak yemeyenleri bile o üniforma sayesinde kendilerinde ayrı bir üstünlük görürler..

Peki insanoğlunun fıtratında bu vardır, vardır da buna muhatap olan halk ne yapar.. Halk, bütün bu insanların maaşlarını kendisinin ödediğinin farkında değildir.. Faciası onun yerinde olsa o da aynı şeyleri yapacaktır..

Devletlerin gelirleri tax/vergidir.. Bunları topladığı kişiler de taxpayer/vergi ödeyenlerdir.. Vergi ödeyenler devletin sahipleridirler.. Bu saydıklarım ve diğer tüm memurlar da halkın memurlarıdırlar.. 

Arabanıza benzin/mazot/gaz almasanız, telefonla konuşmasanız, internet kullanmasanız, sigara içki içmeseniz bu beceriksiz devlet vergi bile toplayamaz, bu maaşları da ödeyemez..

Üniformanız batsın, siz halkın hizmetkarlarısınız, devletin değil.. 




20 Ekim 2015 Salı

Ya Rab ! Sen bizi yönetenlerimizden koru..

"Zorunlu vize uygulaması konusu sadece vize uygulayan ülkelerin değil aynı zamanda vatandaşları vize başvurusunda bulunan ülkelerin çıkarları açısından ele alınmalı.. 5 Ekim 1980'den itibaren Türk vatandaşları için vize uygulaması başlattık.. Bunu da Türk hükümetiyle beraber yaptık.."

Bu sözlerin sahibi 1985 te Alman Federal Dışişleri Bakanı Hans-Dietrich Genscher..  Vize konusunda sızlanan Türk parlamenterlerine söyler bunu..

Mesele esasında vatan haini, soysuz Kenan Evren'in ülkeden çıkmak/kaçmak isteyen darbe mağdurlarını Avrupa'ya gitmekten engellemek için atmaya çalıştığı bir kazıktır.. Avrupa başkentlerine mektuplar yazmış, kendi vatandaşlarına vize konulmasını istemiştir..

Sonuçta olay Evren'in istediği gibi olmamış, Avrupa bütün siyasi sığınmacılara kapılarını ardına kadar açmış, ancak vize kazığı olduğu yerde kalakalmıştır..

O gün bugündür Türkiye vizeleri kaldırmak için uğraşmaktadır.. Hem de tam 1985 ten beri 30 yıldır her siyasi iktidar bunu önümüze temcit pilavı gibi ısıtarak koymakta, manipülasyonu hiç mi hiç sevmeyen sevgili özgür medyamız da bunu gazlamaktadır.. Bizler de hep bir heyecan  bunu afiyetle yemekteyiz..

Peki sizce ülkemiz toprakları yolgeçen haline gelmişken ve topraklarımız her türden ülkenin insanları burayı atlama tahtası görürken ve çevremizde Afganistan, Irak, Suriye, Yemen bu haldeyken Avrupa bizim iktidarların isteğiyle koyduğu vizeyi kaldırır mı..

Hadi vizeleri kaldırmakla bunlara yol açılmıyor diyelim.. Ülkede 80 milyon insan var ve bunların en az 5 milyonu, belki 10 belki 20 milyonu hadi abartalım 79 milyonu ülkeyi terketmeye hazır.. Bu vizeler kalkar mı..

Ülke eğitimde son sıralarda, mutluluk endeksinde son sıralarda, genç işsizlikte ilk sıralarda, datalarımız sahte, borçlar ödenemez durumda, iktidarı zaptetmiş bir takım insanlar gitmemek için hatta yaptıklarını görmememiz için koalisyon kurmaktan bile kaçarken insanlarımız geleceklerini başka yerde aramakta haksızlar mı ?

Tam 35 yıl önce yeniçeriler bize düzen vermeye henüz kalkışmadan 1.Mayıs.1980 de ülkeyi terkettim.. 4 yaşında kızım ve 2 yaşında oğlum vardı.. İmkanlarım vardı ve İsviçre'ye yerleştim.. Orada bir oğlum daha doğdu.. Ülkemden kopmadım, kopamadım.. İstediğim dakika ve saatte İsviçre vatandaşı olabilirdim, reddettim.. Çocuklarımın ise  bir süre sonra İsviçreli olduğunu farkettim.. Onlar İsviçre vatandaşı oldular.. Entegre olmalarına bile gerek kalmadı.. Bense 2008 yılında kesin dönüş yaptım.. Enternasyonalizme inanan birisi olarak nasıl bu kadar nasyonel birisi oldum, açıklamak zor.. Ama bugün ülkemde yaşananları gördükçe keşke İsviçreli olsaydım diyorum..

Şimdi düşünüyorum çocuğu olan hangi vatandaş bu nefret ortamında çocuğunu yetiştirmek ister.. Hangisi fırsatını bulduğunda Avrupa'ya gitmek istemez..

Peki soruyorum, Avrupa genç nüfus olmamız dışında bizi hangi özelliklerimizden kabul edecek..

Yeni gelen büyük dünya krizi gerçekleşmeden, ve kartlar yeniden karılıp, yeni oyun kurulmadan.. Avrupa Birliği vizeleri kaldırmaz, kaldıramaz..

Bu vizeleri bizim yöneticilerimiz koydurdu..

Ya Rab ! Sen bizi yönetenlerimizden  koru..









15 Ekim 2015 Perşembe

Ayakkabını al kovala...

İnsanlar hep sorarlar, şu hisse/döviz/faiz ne olacak diye.. Bizden de cevap beklerler.. Biz de her bir haltı biliriz ya, şöyle düşünceli bir görüntü alıp ahkam keseriz.. Bizde zaten herkes her şeyi bilir..

Mesela futbolu hepimiz çok iyi biliriz.. Kimin hangi pozisyonda ne kadar iyi oynadığını, teknik direktörün ne kadar beceriksiz işe yaramaz adam olduğunu, hakemin ne kadar yanlış kararlar verdiğini hepimiz çok iyi biliriz..

Depremi biliriz hepimiz, biliriz de iki deprem uzmanı bir araya geldiler mi hepimiz oturur dehşet içinde futbol takımı tutar gibi bizim beğendiğimiz deprem uzmanının diğerini nasıl da dövdüğünü izleriz..Ama depreme karşı hiçbir önlem alınmadığını felakete uğrayınca anlarız..

Hepimiz terör uzmanıyızdır mesela.. Terörün her türlüsünü hepimiz biliriz, ahkam keseriz.. O terörün nasıl ortaya çıktığını nedenlerini araştırmayız ama.. Sadece terör uzmanı mı, savaş uzmanıyızdır da mesela.. Ortada fol yok yumurta yokken bile haritalar televizyonda herkesin önünde açılır, oradaki uzmanlar ahkam keserken, biz de mutlaka ekran başından olaya müdahil oluruz.. Savaşı şaka sanırız çoğumuz.. Ölmeye başlayınca, göçe zorlanınca anlarız ne olduğunu..

Hepimiz beslenme uzmanıyızdır, hepimiz doktor, hemşire, hastabakıcıyızdır.. Yetmez hepimiz profesörüzdür zamanı geldiğinde bazılarımız abartır ordinaryüs profesör bile olurlar..

Hepimiz adalet uzmanıyızdır.Hepimiz  hakim, hepimiz savcı, hepimiz avukat..

Hepimiz ticaretten anlarız ama yeni dünya düzeninde ne olduğunu anlamadan hipermarketlerde fiyatları 9,99 la biten herşeye saldırırız..

Mesela hepimiz bankacı/finansçıyızdır, para arzını, Federal Rezerv'in, Avrupa Merkez Bankası'nın parasal genişlemelerini, faiz artırım/indirimlerini yakından takip ederiz..Japon başbakanı Abe'nin Abenomicslerini iyi bilir, Çin'in tökezlemesinin bize faydalarını çok iyi anlatırız..

Hepimiz borsacıyızdır, çizgi çizmeyi bilen herkes teknik analisttir.. Hem önemli mi ki çek ordan kafana göre bir çizgi sen de ol bir teknik analist.. Eski tabiriyle kerrat (çarpım) cetvelini ezberlemiş herkes temel analizden çok iyi anlar.. Alt alta rakamları döker kafamıza göre çarpar/böler/toplar/çıkarır temel analiz yaparız..

Bir küçük sorunumuz var.. Eğitimimiz fecaat.. İnsanları 16/18 sene at gibi koşturup bu süre içinde hiçbir şey öğretmeden "titr" verip piyasaya sürüyoruz.. Sonrasında da okumuyoruz.. Herkes her şeyi biliyor olduğu için okumak artık lüzumsuz bir hamallık olarak kalıyor..

İşi öylesine bir yere taşıdık ki, bazı ekonomist/borsacılar artık hangi fiyatın oluşacağını değil, hangi saatte olacağını söyler hale geldiler.. Bunlara tabii uzman değil soytarı demek daha uygun..

Borsalarda, döviz piyasalarında, faizlerde kesin kurallar yoktur.. Dünya her gün yeniden kurulur, o kadar büyük bir köy haline gelmiş, o kadar çok oyuncu olmuş, bilgi o kadar ucuz ve kolay erişilebilir, hele para o kadar mebzul hale gelmiştir ki dengeler çok hızlı değişmektedir..

Tabii kaldıraçlı işlemler de artık kumarhane mantığıyla işlemektedir.. 1 e 100, 1 e 200, 1 e 400 lük kaldıraçlarla herkesin parası bir anda sıfırlanabilmektedir..

Size bir anımı anlatmak istiyorum..

Bretton-Woods dolandırıcılığının sona erdiği (Bknz. Türk Lirasının vazgeçilmez kaderi.. Dolar düşemez -1- yazımız) 1971 yılından sonra 1980 ocağına geldiğimizde altın 35 dolardan 850 dolara çıkmıştı.. O kadar hızlı yükseliyordu ki artık herkes 1000/1200/1500/2000 dolarları telaffuz ediyordu..O tarihlerde Ortadoğu'nun en büyük bankeri/sarrafı  olan rahmetli Mahmoud Şekerci'nin yanında bulunuyordum.. 850 doları gördüğü gün bütün cesaretimi toplayıp, Mahmoud beye yaklaşıp sordum..

- Amca, altın 1000 dolar olacakmış ne dersin dedim..

Beni pencerenin önüne getirip, dışarıda ne gördüğümü anlatmamı istedi.. Ben de anlatmaya başladım..

- Önümüzde bir cadde var, arabalar geçiyor..
- Geç onları sağa gel dedi..
- Park var .. İçinde oturulacak banklar var.. Bankların birinde yaşlı bir çift elele tutuşmuş sohbet ediyorlar, bir sonraki bankta genç bir çift öpüşüyor..
- Onları da geç sağa gel dedi..
- Sağda bir fıskiye var su fışkırtıyor, güzel bir görüntü dedim..
- Hah dedi o fıskiyede dur.. 10 dakika sonra altın fiyatının ne olacağını bilsem orada fıskiye değil benim heykelim olurdu dedi..Her kim sana biliyorum der, ayakkabının tekini çıkar kapıya kadar kovala..

Size şimdi diyorum ki, kim ki size dolar şu, altın bu, borsa o olacak..  Şu vakte kadar olacak ayakkabınızı alın kapıya kadar kovalayın..Bilin ki sahtekardır..

Elbette varsayımlarınız, çıkarımlarınız, tahminleriniz olacaktır.. Ama piyasalarda kesin kurallar yoktur.. Her tahminde hata payı vardır ve çok yüksektir.. Para sizindir ve çok zor kazanılmaktadır.. Hele hele soytarıların peşine takılmayın..

Hoşçakalın..

13 Ekim 2015 Salı

Dolar düşmez, düşemez -4- AKP mucizesi..

2002 yılında henüz yapılan devalüasyon ve alınan önlemlerin meyveleri tam alınıp yenmeden MHP Genel Başkanı Bahçeli'nin mükemmel manevrasıyla ülke koşar adım seçime gitmiştir.. Seçim sonuçları tam anlamıyla seçimlere karar veren partiler açısından şok olmuştur.. Dışarısı yeni ekonomik düzenin uygulanması ve oturması için bu kerre yeniçerilere başvurmamış yerine ülkenin tüm yapısını demokratik(!)  bir şekilde yeniden dizayn etmiştir.. 2001 de kurulan AKP bir umut olarak lanse edilmiş ve kuruluşundan sadece 1 yıl sonra seçimlerden ülkenin en büyük partisi olarak çıkmıştır..

Yıllarca bozulan gelir dengesizliği, artan yoksulluk ve önlenemez rüşvet çarkı daha 1999 seçimlerinde mecliste olmayan sadece 2 partiye parlamento yolunu açmış diğer partileri de (MHP hariç 2007 de meclise girmiştir) bir daha dönmemek üzere tarihin tozlu sayfalarına gömmüştür.. Parlamentoda halkın sadece %53,5 luk oyları temsil edilebilmiş, AKP %34 oyla neredeyse meclisin %66 sını ele geçirmiştir.. Faşist 12 Eylül anayasasının dayattığı %10 luk seçim barajı DYP,ANAP,MHP,DSP,SP gibi partileri parlamento dışına itmiştir.

AKP, altın tepside sunulan bu iktidarı dışarının tam istediği gibi kullanmıştır.. Bir tek çivi çakmadan Düyun-u umumiye komiseri Kemal Derviş'in reçetesini harfiye uygulamıştır.. 

2002-2007 arası 

Döviz kuru : 2002 sonunda 1,642,000 lira olan dolar kuru 2007 sonunda 1,1703 (Bu dönemde liradan 6 sıfır atılmıştır) liraya düşerek , lira %40 değer kazanmıştır..

Enflasyon : 2003-2007 yılları arasında 5 yıllık enflasyon toplamda %65,5 olmuştur.. (2003 %18,4 -2004 %9,3 - 2005 %7,7 - 2006 %9,6 -2007 %8,4)..

Faiz : Yine 2003-2007 yılları arasında 5 yıllık sürede iç borç faizlerine tastamam %197 faiz ödenmiştir.. (2003 %46,4 - 2004 %24,8 - 2005 %16,2 - 2006 %18 -2007 de %18,4)..

Yani 1. Ocak 2003 te Türkiye'ye 1,000,000 dolar getirip TL'ye çeviren birisi, 31.12.2007 te 4,167,000 dolara sahip olmuştur..

İnanmıyorsanız istediğiniz kadar çarpıp, bölüp, toplayıp, çıkarabilirsiniz..

Her büyük devalüasyondan sonra döviz kurlarının bir miktar geri çekildiği doğrudur.. Ancak önce ülkenin bankalarını, şirketlerini peşkeş çekip dışarıdan gelen dövize 5 yılda %317 ödemek .. Büyük maharet ister.. Ve hele bunu becerenleri hala umut olarak göstermek..

İşte bunların tümünü  becerirseniz danışmanınız sizi dışarıda "bunları kullanın, iyi adamlardır" diye lanse edebilir..

2008-2010 AKP dönemi

Döviz Kuru : 2007 sonuna kadar güllük gülistanlık olan döviz kuru 2008'de aniden dünyayı sarsan krizle 1,50'ye fırlamış, krizin bizi teğet geçmesiyle de 3 yıl buralarda oyalanmıştır.. 2010 yılı sonunda döviz kuru 1,5535 olarak gerçekleşerek 2007'ye göre %32'lik bir devalüasyon gerçekleşmiştir. Ancak hala 2002 sonundaki 1,642,000 liralık değere ulaşmamıştır.. 2011 yılından sonra mızrak çuvala sığmamaya başlamış 24.Eylül.2015 te 3,0753 ü gören kur bu yazının yazıldığı saatlerde 2,9500 seviyesinden işlem görmektedir..2002 sonu seviyesine göre bu %80 lik bir devalüasyonu işaret ediyor..

Enflasyon : Bu 7 yıllık dönemde enflasyon sırasıyla 10,1- 6,8- 6,4 -10,5 - 6,2 - 7,4 - 8,2 olmuştur.. 2002'ye göre enflasyon %200' e ulaşmıştır..

Faiz : Bu 7 yıllık dönemde faiz, sırasıyla  %19,1 -  %11,7 -  %8,5 - %8,7 - %6,4 -  %10,1 - %8 olmuştur.. 2002 den 2014 sonuna kadar TL'na bileşik %489 faiz ödenmiştir..  

2002'de 1,000,000 dolar getiren birinin cebine son devalüasyonlara rağmen 3,281,000 dolar girmiştir..

2002'de 130 Milyar dolar olarak devraldıkları dış borç Haziran sonu itibariyle 405 milyar dolara, 91 milyar dolar olan iç borç devalüasyona rağmen 170 milyar dolara çıkmıştır.. 2002'de devraldıkları toplam borç 221 milyar dolarken 2015 Haziranında bu rakam 575 Milyar dolara çıkmıştır..

Kimse bize özel sektör borcundan bahsetmesin.. Türkiye'de 287 Milyar dolar borçlanacak "üretici" bir özel sektör yoktur.. Bu borçların çoğunluğu bankalardadır.. Bankalar da bunları hane halkına ve artık "balon" olduğu bilinen inşaat sektörüne kullandırmışlardır.. Yunanistan krizinde bankalara ve özel sektöre olan borç nasıl Avrupa Birliği tarafından zorla "devlet borcu"na dönüştürüldüyse bizim de aynı akibete uğramamız ihtimal dahilindedir..

GSYİH hikayesi : 2002 yılında 3492 dolar olan Kişi başı milli gelir, 2003 yılında 4565 dolara (%31 artış), 2004 yılında 5775 dolara (%26,5 artış) , 2005 yılında 7036 dolara (%22 artış) , 2006 yılında 7597 dolara (%8 artış), 2007 yılında da 9247 dolara (%22 artış) göstermiştir.. Yani 5 yılda %164 artmıştır.. Şaka gibi.. 2008 de son bir gayretle 10,444 dolara "çıkarılan" fert başına milli gelir, 2001 tedbirlerinin  eskimesi ve 2008 de kurulan yeni bir dünyaya ayak uydurulamaması yüzünden 10404 dolara çakılı kalmıştır.. Gerçi üzülmeyin pehlivanda numara bitmez.. Bugün aldığımız bir müjdeye göre hesaplamayı değiştirmişiz ve artık milli gelirimiz  tam da 2007'nin altına inmişken 19,506 dolar olmuş.. Bu rakam oynatmaların dünyayı ne hale getirdiğini 2008 krizinde gördük.. Yunanistan olayı tam burnumuzun dibinde oldu.. Olsun, ne gam... Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları nasılsa bu faturayı da öder..

Türkiye tam bir tüketim cehennemime dönüşmüştür.. Tüketici kredileri iktidarı devraldıklarında 6,5 Milyar lira iken (4 milyar dolar) bugün 350 milyar lirayı (120 milyar doları) geçmiştir.. Bunun devam edebilmesi mümkün değildir..

Yabancı bankalar işin kaymağının bittiğinin de farkındalar.. Yeni gelecek bankaların "kar"dan çok ülkenin geleceğinde söz sahibi olma saikiyle geleceğini öngörüyoruz..

Borç yükü altında olan şirketlerin yeni dönemde dolar bazında ucuzlayarak el değiştireceğini görmek için allame-i cihan olmaya gerek yok.. Elbette yeni gelenler daha ucuza almak için daha yüksek döviz kuru isteyeceklerdir..Ülke ekonomisinde "yerli ve milli" şirket bulmak giderek "yerli ve milli" vekil bulmaktan zor olacaktır..

Bugün kullanılabilir net döviz rezervimiz 30 milyar doların altındadır.. Rakamlar o kadar büyümüş, dünya o kadar globalleşmiştir ki birkaç milyar dolarlık çekiliş her an krizi tetiklemeye hazırdır..

Türkiye, 2008 de başlayan mebzul para fırsatını maalesef üretimde kullanamamıştır.. Bugün de o fırsatı yaratanların "yeter bu kadar" tehditleri ile karşı karşıyadır.. Her an Amerika'dan gelecek faiz artırımının korkusuyla yaşamaktadır..

Türkiye, aldığı o kadar borca rağmen yeni müteşebbislere, yeni sektörlere, araştırma ve geliştirmeye kaynak ayırmamıştır.. Hala montaj sanayiyle yoluna devam etmektedir..

Turizmde işin hamallığını üstlenmiş kaliteli para harcayan turisti çekememiştir..

İç barışını sağlayamamıştır..

1 Kasım seçimlerinden sonra gelecek iktidarın işinin zor olduğu kanaatindeyiz.. Türkiye'nin çok fazla satacak hikayesi olmadığını düşünüyoruz..

Ezcümle, döviz kurunda küçük geri çekilmeler mutlaka olacaktır.. Ama bu geri çekilmeler döviz almak için fırsat olarak kullanılacaktır.. Gereken devalüasyonun maalesef henüz tamamlanmadığı görüşündeyiz..

Bu nedenle dolar bu şartlarda, bu ülkede, mevcut sistemle düşmez, düşemez..

2016 hedefimizi 4 yıl önce koyduğumuz gibi 4,50 lira olarak koruyoruz..










10 Ekim 2015 Cumartesi

Dolar düşmez, düşemez -3- 2001 krizi ve AKP'ye giden yol..

1994 teki beceriksizler krizinden sonra %50 lik bonoyla döviz biraz olsun (%200 lük bir devalüasyondan sonra normal) nefes almış, 42.000 liradan 30,000 liraya geri dönmüş yılsonunu da 39,000 civarında kapatmıştır..

24 Aralık 1995'te yapılan genel seçimlerde halk 94 krizinin faturasını Çiller, Yılmaz, Baykal'a kesmiş Erbakan ve Ecevit'i yükseltmiştir.. 95 sonu itibariyle seçimler yapıldığında dolar kuru 61,361 lira, Dış borçlar 76 milyar dolar (iki yılda sadece 6 milyar artmış) iç borçlar ise 22 milyar dolar (3 milyar dolar düşüş) olarak gerçekleşmiştir.. Esasında faizler hesaplandığında ülke borçlanamaz hale gelmiş bu da Çiller-Baykal ikilisini seçime zorlamıştır..

Seçimlerden sonra önce ANAP-DYP koalisyonu kurulmuş 3 ay ancak dayanabilmiştir.. Nihayet Erbakan'ın başbakanlığında RP-DYP (RefahYol) hükümeti kurulmuş bu hükümet de önce "Yeniçerilerin" 28 Şubat müdahalesi ile karşılaşmış sonra da "devletin doğal refleksleri (!) ile tam 1 yıl sonra 30 Haziran 1997 de yıkılmıştır.. Bunun yerine DYP'den istifa eden vekillerin kurduğu DTP'nin yer aldığı Anasol-D (ANAP,DSP,DTP) hükümeti kuruldu ve 11 Ocak 1999'a kadar devam etti..

Bu üç yıllık süre içinde dolar kuru tam 5 kat 61,361 liradan 314,230 liraya, dış borçlar 20 milyar dolar artışla 96 Milyar dolara iç borçlar da tam 15 milyar dolar artarak 37 milyar dolara ulaşmıştır..

Ekonomik sıkıntıların patlama noktasına geldiği 1998 yılında bombanın elinde patlamasından korkan Yılmaz, Baykal'la anlaşarak 2000 yılında yapılması gereken seçimleri 18 Nisan 1999'a çekti.. Ancak seçim kararından hemen sonra "Türkbank" (Türk Ticaret Bankası) skandalı patlak verdi.. Hükümeti dışarıdan destekleyen CHP desteğini çekerek Yılmaz hükümetini çökertti ve 5 aylık Ecevit azınlık hükümeti kuruldu..

Tam da bu 5 aylık dönemin içinde Başbakan'ın bile "yaw niye verdiler anlamadık" dediği Öcalan tesadüfen 15.Şubat.1999 da Türkiyeye teslim edildi.. Bunun gölgesinde gidilen 1999 seçimlerinde Ecevit liderliğindeki DSP birinci parti oldu.. CHP tarihinde ilk defa meclis dışında kaldı.. Milliyetçilik moda olunca eh MHP'de ikinci parti oluverdi.. Ecevit'in kurduğu DSP-MHP-ANAP hükümeti 3 Kasım 2002 seçimlerine kadar görevde kaldı..

Bu 4 yıllık süre içinde dolar 314,230 liradan 1,642,000 liraya, dış borçlar 96 milyar dolardan 130 milyar dolara, iç borçlar da tastamam 37 milyar dolardan 91 milyar dolara ulaştı.. Yani 4 yılda iç+dış borç 133 milyar dolardan 221 milyar dolara çıktı..

1994 krizinde ucuzlayan Türkiye borsasına inanılmaz bir para aktı 1999 başında bu vahşi yatırımcıların borsa içindeki payları %64 e çıktı.. 2000 yılında derecelendirememe kuruluşları arka arkaya ülkeyi "pozitif" izlemeye alırken borsada müthiş bir ralli yaşandı.. Bu ralli tıpkı 1993 rallisi gibi oldu.. Tam bir balon oluştu..Yabancılar bu rallide paylarını %43'e düşürdüler.. Sonraki iki yıl içinde ufak dalgalanmalar olsa da 2001 krizinden sonra 2002 sonunda AKP iktidara geldiğinde yabancı payı yine %43 seviyesine düşmüştü.. Sattıkları %21 lik kısım esasında anaparalarını karşılamaya yetmiştir, kalan hisseler borsacı tabiriyle beleş hisselerdir.. Anlaşılamayan şu.. Yabancılar sizi övüyorsa durup iki defa düşünmek gerekir..

Ülkenin gidişatı o hale geldi ki, 1999 sonunda hükümet IMF'nin kapısını çalmak zorunda kaldı  ve üç yıllık bir IMF reçetesini kabul etmek zorunda kaldı.. Bu anlaşmayla Türkiye ilk defa "FDF- Faiz Dışı Fazla" tabiriyle tanıştı.. Yabancılar "bizim paramızı bi defa kabul edeceksiniz, kalan olursa bizimle danışıp kullanacaksınız" şartını anlaşmaya koydular..

Krizin ilk ayak sesleri 2000 yılı kasım ayında duyulmaya başlandı Ekim ayında %39 olan gecelik faizler Kasım'da %95 Aralık'ta da %183 oldu.. Nihayet bomba 19 Şubat'ta patladı.. Sezer'in Ecevit'e anayasa kitapçığını fırlatması Ecevit'in kapı önünde "devlet yönetiminde kriz var" demeci üzerine tezgah oturdu.. Önce beceriksizce yetmeyeceğini bile bile Merkez Bankasındaki son kurşunlarla 5 milyar dolar bankalara ucuzdan verildi.. Yetmeyince önce dolar 670,000 liradan 1 milyon liranın üstüne çıktı.. Faizler de %7500 e çıktı.. Bu krizde tam 22 bankaya el konulmuştur.. Yabancılara da "10 yıl içinde banka izni vermeyeceğiz" garantisiyle gelmeleri için davetiye çıkarılmıştır..

Türkiye'yi 2001 krizine götüren yol esasında dışarıdaki finans-kapitalin iştahını kabartan bankacılık sektörüdür.. 70-75 milyon "tüketicinin" olduğu bir pazardır.. Türkiye'de bankalar 2001 krizine kadar arsızca ve utanmazca gelen tüm mevduatları, dışarıdan ve içeriden alınan tüm kredileri patronlarına  kullandırmışlardır.. Banka sahipleri ise paraları aktardıkları şirketlerinde kar-zararı umursamadan çalışmışlardır.. Siyasi tüm iktidarlar bu "kan emicileri" idare etmişler, bankalar yeminli murakıplarının hazırladıkları "bu banka batak" raporlarını hasıraltı etmiş "e du bakali ne olucek"  diye izlemişlerdir..

2001 krizine gelindiğinde bankacılık sistemi iyice çuvallamış ülkede tasarruf geleneğinin olmaması, kaynakların dış kaynaklı borçlar olması, tüketim toplumu olan ülkede cari açığın hızla yükselmesi gibi  nedenlerle  yabancılar "eh çocuklar oynadığınız yeter" diyerek duruma el koymuşlar görünen sebep de "Cumhurbaşkanı'nın Başbakan'a anayasa kitapçığı fırlatması" şeklinde tezahür etmiştir.. Esasında oyun ucuzlayan ülke varlıklarının el değiştirmesi olarak özetlenmelidir..

Bu kriz sonrasında amaç hasıl olmuş Türk Bankacılık sisteminin %50 sinden fazlası yabancılara geçmiştir.. Borsada ise yabancı payı %43 ten %70 e çıkmıştır.. 

Kuralları her zaman borç veren koyar.. Gerekirse başınıza "tahsilat komiseri" (2001 de bu kişi Kemal Derviş'ti) diker.. 

Sonuç olarak dolar o ekonomiyi gerçekte idare edenlerin istediği zamanlarda istediği kadar değer kazanır..

Netice : Türkiye'de dolar düşmez düşemez..

Bugünkü yazımızı da burada noktalıyoruz.. Yarına AKP dönemini ve ekonomideki muhteşem (!) zaferlerini yazacağız.. Ve neden bugün de doların düşmeyeceğini, düşemeyeceğini anlatacağız..