29 Aralık 2018 Cumartesi

Ne Oluyor 2 ! 2019 Öngörüleri..

Geçen yıl (1 Kasım 2017) kaleme aldığımız  ve dar bir çerçevede paylaştığımız (WhatsApp grubunda) daha sonra 11 Haziran 2018 tarihinde medyagunlugu.com da paylaştığımız 2018 için sonuç bölümünde beklentilerimizi şöyle belirtmişiz.

1. Başkanlık sistemi tartışılmadan konuşulmadan gerekli desteği bulmadan %51 'le geçmiş olsa da nüfusun yarısını "karşı cephe" olarak tanımlamıştır. Kaldı ki ortaya çıkardıkları sistem büyük bir ihtimalle kendilerini iktidardan uzaklaştıracak sistem olacaktır. Çünkü ; %50 + 1 çok kolay ulaşabilecek bir oran değildir ve ikinci tura kalındığında sürprizler kaçınılmazdır.
2. İktidarlar yorulur. Onun için demokratik ülkelerde 8 bilemediniz 10 yıllık iktidarlarla sınırlıdır. Çünkü insan "insandır" ve "yorulur". Maalesef teknolojinin bu kadar yoğun yaşandığı yüzyılımızda iktidar "vizyondan uzak" "geçmişe aşık" bir durumda yaşamaktadır. Bizce 15 yıllık iktidar dönemi yetmiştir. Genelde bu kadar uzun süren iktidarların tahribatı Türkiye'de ancak "Ana Sağ İktidarın parçalanmasıyla" mümkün olabilmiştir.. (i.e. 1946 CHP-DP bölünmesi, 1960 DP mirası üzerinden çıkan 4-5 sağ parti, 1971 AP'nin parçalanması, 1980 darbesi sonrası AP mirası üzerinden çıkan ANAP-DYP parçalanması). Önümüzdeki dönemde AKP'nin parçalanmasını öngörüyoruz. 
3. Ekonomi sadece Zarrab davasıyla ilgili değil zor durumda olduğu için ve dünyada faizlerin artacağı varsayımımızla zora girecektir. Bu nedenle 2018 baharında - en geç 15 Temmuz'da (baktım pazara geliyor) seçime gitmek zorunda kalacaktır. Seçim sonuçları  bize göre AKP döneminin sonunu ve AKP'nin parçalanmasını getirecektir.
4. Seçimlere 2 ay kalana kadar (belki de seçime kadar) borsanın yükselişi koordineli bir şekilde devam edecektir. Dolar bazında 5,10 seviyesinin üzerine taşıyacaklarını düşünüyoruz..
5. Enflasyonun düşmeyeceğini öngörüyoruz. Basılan paralar ve parasal genişleme, doların yükselişi, vergi toplanamaması hükümetleri toplanamayan vergi yerine enflasyon yaratmaya teşvik etmektedir. Enflasyonun yükselmesi faizleri yukarı çekecektir.. Faizlerin yeteri kadar yükseltilmemesi dövize hücumu hızlandıracaktır. 2018 ilk yarısında 4,50 lik dolar kurunu öngörmekteyiz.
6. Hazine faizlerinde %14 üzerini banka mevduatında %18 faizi kredi faizlerinde %25-30 seviyelerini öngörmekteyiz.
7. SEÇİMLERDEN SONRA ise tufan bekliyoruz ama o yazı bir başka zaman..

Bu beklentilerimizin nasıl gerçekleştiğini görelim. 
1. Maddedeki beklentimiz gerçekleşmemiştir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan %52,6 oy alarak Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Ancak AKP'nin kendi oy oranı %42,6 olarak gerçekleşmiştir. Bu sonuç şapkadan çıkarılan "ittifak"ın neticesidir.
2. AKP'de "şimdilik" parçalanma gerçekleşmemiştir.Ancak beklentimizi "gecikmeli" de olsa koruyoruz.
3. Seçimler tam da "ittifakın" küçük ortağının "ekonomi zorda" çıkışıyla öne alınmış ve 24 Haziran'da gerçekleşmiştir.
4. Seçimlere 3 ay kalana kadar borsa yükselişini kademeli olarak devam ettirmiş, Mart sonunda 120,000 civarı olan XU100 endeksi düşüşe geçmiştir. Dolar bazında 5,10 seviyesi beklentimiz ise yeni bir hikaye yazılıncaya kadar uzun bir süre daha hayal olarak kalacak görünüyor.
5. Bu maddedeki öngörülerimiz maalesef tutmuştur. Enflasyon yükselmeye devam etmiş. Dolar kuru 6 ayın sonunda 4,50 öngörümüzü aşmış 4,90 civarında kapanmıştır. Ağustos ayında gelen atakla kontrolden çıkmış 7,20 seviyesine ulaşmıştır. Bu ataktan sonra iktidarın ve Merkez Bankasının palyatif tedbirleriyle 5,13 seviyesine gerilemiştir.
6. Maalesef burada da haklı çıktık. Hazine faizleri 20'yi, Banka mevduat faizleri %25'i, kredi faizleri %35 e ulaştı.
7. SEÇİMLERDEN SONRA tufan beklentimiz gerçekleşti. Şu anda zahiri rahatlama görülse de gerçek tedbirler alınmadığından bunun geçici olmasından korkuyoruz.
2019 Beklentilerimiz 
Ekonomik olarak ; 
Enflasyon önümüzdeki dönem en büyük sorun olmaya adaydır. Enflasyonun düşürülebilmesi ancak sorun olarak kabul edilip, çözüm aramaya başlanmasıyla mümkün olacaktır. Mevcut iktidarın "ekonominin hasta olduğunu" kabul etmemesi ve doktora gitmeyi reddetmesiyle enerji birikimi devam etmektedir.
Petrol fiyatları düşmektedir. Bunun bazı çevrelerce "bayram" olarak yansıtılmasını kabul etmiyoruz. Çünkü petrol geliri olan ülkeler aynı zamanda ihracatımızdaki en büyük ortaklarımızdır. 
Amerika'da faizler geçtiğimiz yıl 4 defa %0,25 oranında yükseltilmiştir. Trump'ın çıkışları ile Fed'in "bağımsızlık savaşı" arasında kalan piyasa serseme dönmüştür.Tüm dünyada düşüşe geçen hisse senetleri endişe verici boyutlara gelmiştir. 
Fransa'da başlayan "sarı yelekliler" eylemleri Avrupa'da da işlerin yolunda olmadığının göstergesidir.
Çin'de büyüme rakamlarının düşmesi, konut balonu alarm zilleri çaldırmaktadır.
Esas büyük sorun dünyada 240 trilyon dolara ulaşan toplam borçlardır.
Emperyalist sistem artık kağıt üzerinde bile bataktadır ve bu borçların ödenmesi mümkün görülmemektedir. 
Türkiye'de ise, ekonomi kötüdür. Doların düşürülmesi/düşük gösterilmesi geçici olarak "hoş" olsa da, sadece yayın gerilmesine sebep olmaktadır. Ülkede krediler patlaktır. KGF kredileri ise tam anlamıyla hüsran olmuştur (demiştik).. Ülkenin bu hale gelmesindeki en büyük sebep taşa toprağa yapılan fuzuli harcamalar iken hala bu sektöre tüm halkın cebinden para aktarmak aymazlıktır.
İç Politika :
- Geçen yıl yazmıştık, kısmen 24 Haziran'da gördük. AKP kabul etseler de etmeseler de erimektedir. Bu ekonomik krizin ciddi neticeleri olacaktır. Bunu da 31 Martta göreceğiz.
- CHP hakkında geçen yıldan kalan yazımızı değiştirmeye bile gerek görmüyoruz."CHP maalesef hala yönünü bulmakta zorlanmaktadır. Sağ oyları çekme hırsı bir yanda, sol oyları çekememe bir yanda, miili (Kürt) meselesi konusundaki suskunluk ve çözümsüzlük CHP'yi alternatif olmaktan çıkarmakla birlikte %25-26 oy bandında sıkışması ayrı bir rezalet durumundadır."
- MHP'nin artık hangi sebeple iktidar ortağı olduğunu biliyoruz. MHP devleti temsilen koalisyon ortağı olmuştur. 
- İP (İyi Parti) olası bir AKP dağılmasında klasik muhafazakar seçmenin tümünü kucaklayacak bir parti olamayacaktır.
- HDP iyice sindirilmiştir. Ancak hala seçmenlerinin büyük çoğunluğu "Kürt" olduğundan oy oranını koruduğunu görmekteyiz.
3. Dış Politika
İktidar, "illa da Fırat'ın Doğusu" diye tutturup, Trump "ne haliniz varsa görün" deyince Rusya, İran ve Suriye'yle başbaşa kaldık. Suriye'li Kürtler de Esad'a "gel buyur, anlaşalım" deyince tuhaf bir durum ortaya çıktı. Mevcut ekonomik koşullarda bir kara savaşının ülkeyi nerelere sürükleyeceğini bilemiyoruz. Tabii bu durumda karşımızda kimlerin olacağını da.. Bu esasında çok derin incelenmesi gereken de bir konu. Ancak bizim ne haddimiz ne de uzmanlık alanımız. Göreceğiz ne olacağını. 
Ez cümle dış politikamız, politikasızlıktan ibarettir.
4. Sonuç ve öngörüler
1. 31 Mart yerel seçimlerinde bir öngörümüz yok. Esasen çok da önemli değil. Ankara ve İzmir'i CHP-İyiP ittifakının alacağını öngörüyoruz. Istanbul'da HDP dahil edilmeden kazanmaları zor.
2. IMF ile çok ağır şartlar altında anlaşmaya zorlanacağımızı düşünüyoruz.
3. Krizde ikinci dalganın 31 Mart'a kadar beklemeyeceğini öngörüyoruz. "Enflasyonun kontrolden çıkmaması" kaydıyla yıl içinde doların 9 lirayla zirve yapacağını yıl ortalamasının 7,50 olacağını öngörüyoruz.
4. Enflasyonun 2019 da %20 nin altına düşmeyeceğini düşünüyoruz.
5. Faizlerin Hazine tarafında %20'nin, mevduatta %25'lerin, kredilerde %35 lerin altına düşmeyeceğini öngörüyoruz.
6. Borsanın XU100 endeksinin dolar bazında 10,000 e kadar düşeceğini öngörüyoruz.
7. Tüm öngörüler "IMF ile anlaşma" üzerine kuruludur.. Anlaşmaya gidilmezse daha vahim neticeler görebiliriz..
Sürç-ü lisan ettiysek affola..

11 Ocak 2017 Çarşamba

"Borsa Kralı" Teşekkür

“Borsa Kralı” için, Baştan beri beni teşvik eden, büyük bir sabırla tüm kaprislerime,  arada bir vazgeçmelerime engel olup yola devamımı sağlayan sevgili ALİ AĞAOĞLU’na,
Bütün abuk-subuk konuşmalarımı günlerce dinleyip kasete alan ve bunları deşifre edip yazıya döken sevgili KENAN ŞANLI’ya,
Hastayken bile desteğini esirgemeyen sevgili BUKET AŞÇI GÜREL’e,
Değişik dönemlerde yazdıklarımı gözden geçiren, görüşlerini bildiren Sevgili SİNAN DİRLİK’e, görüşlerini bildirmekten kaçmayıp bir de üstüne önsöz yazan İRFAN TAŞTEMUR’a, Sevgili AYTEKİN HATİPOĞLU’na, Sevgili NİLGÜN CÖN’e, Sevgili ŞEVKET SÜREK’e,
Kitabın mizanpaj ve  yayın sürecini büyük bir özveriyle devralan eski dostum AHMET KALE’ye, yayınevinin tüm imkanlarını benimle paylaşan SORUN YAYINLARI KOLLEKTİFİ sahibi dostum H.MUTLU ÖZTÜRK’e,
Gurbette (!) mekanını bize açan ve evimiz gibi kullandıran FRESH GARDEN Restaurant-Bar işletmecisi Sevgili CENGİZ CAN AKÇAY’a,
Web sitesini hazırlayan, düzeltmelerini yapan sevgili ZAHİT EMİR’e,
Şükran borçluyum.

9 Ocak 2017 Pazartesi

"Borsa Kralı" Önsöz..

Dünya gelişiyor. Son 50 yıldaki gelişme inanılmaz boyutlarda. Tabii Türkiye de gelişiyor. Okuduğunuz satırların yazarı olarak ben, bu süreçte çok şey yaşadım. ‘Tarihe tanıklık’ denilen türden bir hayat benimkisi.
Bu kitap da tanıklığımın bir belgesi. 

Yazmaya mecbur muydum? Tek kelimeyle evet. Ayrıca, benimkisi gibi bir hayatı yaşamış herkes tarihe not düşmeli. Çünkü siz not düşmezseniz, başkalarınca yazılmış bir tarihi kabullenmek durumunda kalırsınız, bu birincisi. İkincisi, toplumlar ileriye dönük çözümlemeler için geçmişte yapılanları, yaşananları gözden geçirmek ihtiyacı içindedir; dolayısıyla yaşadıklarımızı kendimize saklamak gibi bir lüksümüz yoktur, olmamalıdır.


58 yaşındayım. Demokrasiyi bir türlü kuramamış, yerleştirememiş ülkeleri (ülkemiz dâhil), demokrasisiyle anılan ülkeleri, demokrasi olduğu varsayılan ülkeleri ve diktatörlükleri... Hepsini gördüm. Hepsiyle bir şekilde tanıştım!


En zirvelere de ulaştım, dipleri görüp yenilgileri de en yoğun biçimde yaşadım. Daha neler yaşayacağımı bilemem çünkü insan ne zaman öleceğini bilmiyor. Dostluklar yaşadım, yoldaşlarım oldu ve tabii yol arkadaşlarım da. Ama hainler de tanıdım, düşmanlarım da hiç eksik olmadı.



Bu kitaptan sonra siyasi anılarımı da toparlayıp yazmaya girişeceğim. Siyasi duruşumun da bu kitapta anlattıklarımın oluşmasında çok etkili olduğu kanısındayım. Siyasette de elbette iniş çıkışlarım oldu, hatalarım da. Yoldaşlarım da oldu, yol arkadaşlarım da. Yolda bırakanlar da oldu, ihanet edenler de. O anılar da yazılmayı hak ediyorlar.

3 Aralık 2016 Cumartesi

Yastık altı altın gelir mi ?

İlk olarak sayın Cumhurbaşkanı altın borsasının, altın bankacılığının geliştirilmesi gerektiğini söyledi.

Niyeti ilk dillendiren Prof.Kerem Alkin hoca oldu..25.Kasım.2016 tarihli yazısında dedi ki :

".... yastık altında 3500 ton civarında tahmin edilen altın tasarrufunun, ekonomiye, finans sistemine ve Merkez Bankamızın rezervlerine kazandırılması, açık ve net, bugünlerde yine tartışmak durumunda kaldığımız döviz kurlarındaki dalgalanmayı tarihsel bazda unutmamızı, bir daha hiç görmememizi sağlayacak bir ekonomik değer."

Aynı yazısında hoca bugüne kadar yastık altından bankacılık sistemine sadece 40 Ton altın geldiğini söylüyor. Uzun yıllardır verileri birebir takip etmediğim bu rakamın doğru olduğunu var sayacağım. Ancak ilk olarak Toprakbank sanırım 1990 yılında bu uygulamayı başlatmıştı. 26 yılda 40 Ton geldiğini varsayarsak. yılda 1,5 Ton gibi bir altının geldiğini kabul etmek durumundayız. 

Esasen ülke halkı doğru politikalarla yönlendirildiği zaman kolundaki bileziği, boynundaki beşibiryerde'yi ekonominin hizmetine sunmuştur. 1980-1982 yılları arasında (tam rakam bilinmemekle birlikte) yaklaşık 300 Ton altını piyasaya sürmüş ve karşılığında o zamanın 7 milyar dolarını sisteme teslim etmiştir. 

Peki o zamanki kapalı ekonomiye, altının ve dövizin kaçak sayıldığı döneme rağmen bu kadar verici olan halk bugün neden altınını getirmez açıklayalım.

1. Dünyadaki şartlar 

Dünyada İkinci Paylaşım Savaşı sonrası tartışmasız dünya lideri haline gelen Amerika Birleşik Devletleri, bütün kapitalist ülkeleri ve uydularını (44 ülke) bir araya getirmiş, ellerindeki altınları toplayarak 1944 yılında Bretton-Woods kasabasında ünlü Bretton-Woods Anlaşmasını  imzalatmıştır. Buna göre yeni bir sistem kurulmuş (tüm detaylarını internetten öğrenebilirsiniz) bu sisteme göre ABD, dolarını altına sabitlemiştir. Kısacası üye ülkelerin elindeki dolarları kayıtsız ve şartsız 35 dolar karşılığı 1 ons altınla değiştirme taahhüdünde bulunmuştur. 

ABD, bu sistemi sonuna kadar sömürmüş karşılıksız bastığı dolarlarla dünyaya kafa tutmaya devam etmiştir. Vietnam Savaşı'nda ipin ucu iyice kaçmıştır. 1970 li yılların hemen başında altınlarını Amerika'ya emanet veren ülkeler Fransa ve Almanya öncülüğünde ellerindeki dolarları altına çevirmek isteyince bomba patlamıştır.. Amerika'nın elinde o dolarları altına çevirecek kadar altın yoktur..

Bunun üzerin Bretton-Woods Sistemi patlamış beraberinde altın fiyatlarını da patlatmıştır. Altın fiyatları 35 dolardan 10 yıldan kısa bir sürede 1980 de 850 dolara yükselmiştir. (Tam 24 Kat)..

2. Türkiye şartları :

1980 yılına gelindiğinde Türkiye tarihinin en bunalımlı dönemini yaşıyordu. 1974 Kıbrıs harekatından sonra dışarıda Türkiye'ye ambargo uygulanmış, iç barış her kesimden provokasyonlarla derin yara almış hızla yeni bir Yeniçeri İsyanına doğru yol almıştır. Yeniçeri İsyanı gerçekleşmeden önceki son Başbakan Süleyman Demirel yeni atadığı müsteşarı Turgut Özal'la birlikte 24 Ocak'ta o güne kadarki tüm hataları, faturaları halkın önüne koyarak bir ekonomi paketini devreye soktu.

Doları bir gecede 47,10 TL den 70,00 TL ye yükseltti. (%49 Devalüasyon)

O güne kadar %100 enflasyon bile varken yıllık %5 olan mevduat faizi üzerindeki narhı kaldırdı ve para bir maldır, o halde fiyatı da serbestçe belirlenir düsturuyla faizleri serbest bıraktı. Bir anda piyasada hiç bir kanuna tabi olmayan bankerler türedi. Bu bankerler aylık %10-12-15 ve hatta 20 faiz ödemeye başladılar. Elbette bankalar geri kalamazdı ve onlar da bu faizlere yakın faizlerle mevduat sertifikaları üretmeye başladılar ve bu sertifikaları bankerlere pazarlamaya başladılar.

Asgari ücretin 3,600 TL (52 dolar) olduğu ülkemizde 100,000 liralık altın satan (sadece 50 gram) insanlara 10,000 lira faiz ödemeye başladılar. 

Rakamları hazmetmeniz için şöyle bir kıyaslama şart.. Yılda 2,5 milyar dolar ihracatı olan ülkeye altından yılda 3 milyar dolar gelmeye başladı.

Ekonomi öylesine bir nefes aldı ki Yeniçeriler daha fazla beklemedi, 12 Eylül'de şartlar olgunlaştığından yönetime el koydular.

O tarihte altın madeni olmayıp 2,000 yıldır altın ithal eden ülke ilk defa altın ihraç eden (kaçak da olsa) ülke haline geldi.

1980 Ocak ayında 850 dolara kadar yükselen altın 1982 Haziran ayında 300 dolara geriledi. Ve halk altın satmayı bıraktı.

Vatandaş altın satmayı kesince, sisteme para akışı durdu. Para akışı durunca Türk Ponzi Sistemi çöktü.

Başından beri olayı denetlemeyen, kanun çıkarmayan devlet işin içinden sıyrıldı. Hükümetin Maliye Bakanı "Vatandaş Kumar Oynamıştır" deyip istifa etti, cunta Turgut Özal'la ikisinin üzerine yıkarak kovdu. Olay Kastelli'nin üzerine yıkıldı, bankalar paraları piç ederek zamana yayıp (%100 enflasyona rağmen faizsiz) ödediler. Bu tarihten sonra bazı ender zamanlar hariç halk altın bozmadı, bozmaz.. Sisteme yatırır, ekonomiyi canlandırır mı.. Bilemem..

Okurlar karar verecek..




26 Mayıs 2016 Perşembe

Ayıyla yatağa girmek, Zarrab, Marcos'un altınları..

İsviçre'deki yazıhanemizdeyiz..  Zor zamanlardan geçiyoruz.. Gene bir zorlu dönem.. İsviçreli dostlarım bir şekilde 1 milyon isviçre frankı sermaye ayarlamışlar, bir şeyler yapmaya çalışıyoruz.. Yanıma da finansal ilişkileri düzenlemek için bir İspanyol bankacı yerleştirmişler.. Adını hiç unutmuyorum.. Mariano Galiego..

Odamda ben ve iki asistanım çalışıyoruz.. Bir gün Mariano kulağıma eğildi ve diğerleri duymasın diye fısıldayarak benimkinden kötü bir ingilizce ile :

- Altın var satar mıyız dedi..

Şaşırdım..

- Neden fısıldıyorsun dedim, İsviçre'deyiz suç değil ki ..

Ve normal bir şekilde konuşmaya başladık.. Aşağı yukarı şu minvalde geçti konuşma..

- Altını illegal bir şekilde bir yerden mi çıkarmamızı istiyorlar ?
- Hayır, altın İsviçre'de banka kasalarında..
- Scrap (hurda) altın mı ?
- Hayır, rafine edilmiş 12,5 kiloluk külçe 995 lik ..
- Tanınmamış (unrecognised) bir rafinerinin malı mı ?
- Hayır, tanınmış (recognised) 4 rafinerinin malları..
- Miktarı ne kadar ?
- 400 Ton...
- E bu kadar mal bir günde satılmaz, fiyat garantisi mi istiyorlar..
- Hayır, o konuda yetkiyi bize bırakıyorlar.. Hergün ne satarsak komisyonumuzu alıp ödeyeceğiz..
- Komisyon ne ödeyecekler
- %4 net..

Burada bir parantez açayım.. O tarihlerde altın 400/450 dolar (ons) civarındaydı.. Ve takriben 5,5 milyar dolarlık altın söz konusuydu.. %4 komisyon da 200 milyon doların üzerinde idi..Biz ise maaşları bile ödemede zorlanıyorduk.. Eğer ons başına 15-20 dolar komisyon yerine normal olan 50 cent hatta belki 1 dolar teklif etselerdi, tereddütsüz o işi yapardım..Ama 15-20 dolar fahiş bir komisyondu ve kimse kimseye böyle bir parayı vermezdi, kirlenmeden alamazsınız..

- Mariano, sağol ben bu peyniri yemem..
- Neden Mr. Ayan çok büyük para
- Yol kısa, peynir çok tatlı.. Olmaz dedim..

Öğleden sonra İsviçreli ortaklarım yönetim kurulu toplantısı istediler..Şiddetli bir toplantı oldu..

- Neden reddettin bu işi dediler.. Aynı şeyi onlara söyledim.. "Ama" dedim "şirket sizin, bana yazılı talimat verirseniz memnuniyetle yaparım, karın da hepsini size veririm, ben ons başına 50 cent alırım".. Vermediler, işi yapmadık..

Bir kaç yıl sonra İsviçre'ye bir gidişimde o tarihte Yönetim Kurulu Başkanı olan arkadaşım beni yemeğe götürdü..

"O altın işini hatırlıyor musun" diye sordu.. "Evet" dedim.. "O altınlar varmış biliyor musun" diye devam etti.. "Başkası yapmış o işi".. "E hayırlısı" dedim.. "O işi yapanları Amerika geldi toparladı götürdü" dedi gülümseyerek "yatıyorlar şimdi hapiste".. "E neden" diye sordum.. "O altınlar Ferdinand Marcos'un (1965-1986 yılları arasında Filipinleri ezen faşist diktatör) altınlarıymış, aklamışlar.. Kaç yıl yatacakları da belli değil" diye sonlandırdı..

Bugün Zencani ve Zarrab'ın yaşadıkları aslında büyük devletlerle yatağa girmeye çalışıp yataktakinin ayı olduğunu farketmeme gafletidir..

Tecrübeli olmak için  İsmet Paşa'nın yaşadıklarını yaşamak şart değil, ders almak yeterlidir..




25 Mayıs 2016 Çarşamba

Siz Bilirsiniz !!!! İster hisse alın, ister bono...

Zaman zaman sosyal medya paylaşımlarımıza eleştiriler geliyor.. Eleştiriler normal dozda geldiğinde iyi de bazen ucunu kaçırıyorlar.. Bunu yaparken de alay ediyorlar, o zaman da 40 yıllık tecrübelerimizden bazen biz bile şüpheye düşüyoruz.. Oysa James Thurber "tecrübe yenilen kazıkların bileşkesidir" demiş.. 40 yıldır ne öğrendiysek kendi cebimizden öğrendik.. Mutluluklarımızdan yaşamımızdan fedakarlık ederek kazanımlarımız hanesine yazdık..

Bu girizgahtan sonra bugünkü konumuza gelelim.. Takip edenlerimiz bilir uzun süredir ülkede bir "ekonomik kriz" beklentimiz var.. Umarız yanılıyoruzdur.. Fakat dostlar şu fotoğrafa birlikte bakalım.

Avrupa'nın bir çok ülkesi vatandaşlarını çök uzun zamandır Türkiye'ye "gitmeme" konusunda uyarıyorlar.. Suriye ve IŞİD belasından beridir Avrupalı turist çekemiyoruz.. Bu sorun Rusya'dan gelenlerle dengelenmişti.. Dengeler oturmuşken gittik Rus uçağını düşürdük, Rusların ayağını kestik.. Şimdi siz umudunuzu vizeleri kaldırdığımız Antigua ve Barbuda, Guatemala, Gürcistan, Haiti, Honduras, Macau, Nicaragua, Palau, Paraguayi St-Vincent, Swaziland, Venezuela gibi ülkelere bağlarsanız millet size "yaw he he" diyecektir.. Turizmdeki durumu anlamak için Istanbul gibi çok değil daha geçen seneye kadar burnundan kıl aldırmayan otel sahiplerine soracaksınız, ya da gugıllayıp turizm bölgelerindeki satılık otellere bakacaksınız.. Yani turizm nanay..

Gelelim ihracata.. 2016 Nisan ayı itibariyle ihracat yıllık bazda 139 milyara gerilemiştir.. Yapısal olarak "inovasyonu" olmayan ithalata bağlı fason ihracattan bahsediyoruz.. Bu rakam bize 2011 yılı rakamlarına gerilediğimizi gösteriyor..  Yani anlayacağınız ihracat da nanay..

Kalıyor geriye son yıllarda sıkıştıkça sihirli bir el tarafından ülkeye sokulan "kaynağı belli olmayan" döviz.. Nereden nasıl gelir , kim gönderir bilmem.. Bir şeyi bilirim sonsuz değildir.. Hele hele koca ülkeyi idare edecek kadar hiç değildir..

Bu fotoğrafa önümüzdeki 12 ayda ödenecek 220 milyar dolar vadesi gelen/gelecek borçları ekleyin..

Bütün bunlara bugün Atilla Yeşilada'nın tahminiyle yeni başbakanın ve cumhurbaşkanının 100 milyar doları bulan mega projelerine lazım olan  80 milyar doları dış borcu ekleyin.. 

Buna bir de önümüzdeki dönemde Amerika'nın faiz artırımı halinde ne olacağını düşünün..

Ülkenin doğusu alev alev.. Mecliste temsil imkanı bulan bir avuç Kürt milletvekilini 90 larda yapıldığı gibi dokunulur hale getiriyorlar.. Neden başkanlık için.. Başkanlık neye yarayacakmış.. Herşeyin çaresi olacakmış..

Biz ülke yanıyor diyoruz.. Birileri bize sebep olarak başkanlığı dayatıyor..

Allah akibetimizi hayretsin ama kriz beklemekte haksız mıyız..

Ha tabii Mehmet Şimşek gitmedi (!)..

Bizim görüşümüz bu.. Gene de siz bilirsiniz..

6 Mayıs 2016 Cuma

BES'i beslemek ! Edi Bese !

Bugün başbakan yardımcısı Mehmet Şimşek'i dinlerken dehşete düştüm.. Sayın Şimşek BES'e katılımın otomatiğe bağlanacağını ve zorunlu olacağını keşfetmişti ve üzerinde çalıştıklarını müjdeliyordu..

Ben şahsen devlet-i ali ne zaman bir müjde verse tüylerim diken diken olur, şiddetle ürperirim ve korkarım.. Bu kerre de öyle oldu.. Hafızamı yokladım, biraz google'ladım ve bu muhteşem fikrin sayın bakana ait olmadığını, devletin geleneğinde var olduğunu ve bu keşfin çok eskiye ait olduğunu buldum..

Bakın nasıl..

Devlet-i Ali, cumhuriyet döneminde ilk defa 1961'de bu işi keşfetmiş. Çıkarılan bir yasayla 10 yıl vadeli %6 faizli tasarruf bonosu çıkarmış.. Bu bonolardan da gelir vergisi, kurumlar vergisi, veraset ve intikal vergisi mükelleflerinin vergi matrahlarının %3'ü oranında satın almak zorunda bırakmış.. Niçin ? Çünkü halk geri zekalıdır, tasarruf yapmayı bilmez.. Ne yapmalı ? Herşeyi düşünen devlet bunu da halkın yerine düşünmeli, halkı zorla tasarrufa teşvik etmelidir.. Arada adamın ihtiyacı olunca - e, insanoğlu ihtiyacı olur.. Düğünü olur, hastası olur, cenazesi olur, olur da olur - ne yapacak bunları satacak yer arar.. Devlet ne kadar zekiyse vatandaş da ondan geri kalmaz.. 2. el piyasası oluşturur, Istanbul'da bankerler türer..Bu bonoları alıp-satmaya başlarlar.. Herkes memnundur esasında.. Fakat devlet bununla yetinmez neden çünkü o devlettir ve haksız kazanca karşıdır(!).. 1969'da yeni bir yasa çıkarır ve der ki, "bana tahsile getirdiğiniz bonoları nereden bulduğunuzu belgeleyeceksiniz, belgeleyemeyenden %40 vergi alırım".. Ne vergisi diye sormayın geleneğimizde bile var "Deli Dumrul Vergisi".. Bir anda bonolar çöker, insanların elindeki bonolar tuvalet kağıdına dönüşür.. Devlete güvenip bonoları alanlar batarlar..

1974'te "Halkı Yatırımlara Teşvik Fonu" diye bir fon icat ederler.. Anladığım kadarıyla Anayasa Mahkemesi bu fonu "iktisadi alanda devlet müdahalesine olanak vermesi nedeniyle" anayasaya aykırı bulur..

Peki devlet vazgeçer mi ? Asla ..

1970'lerin ortalarında DÇM (dövize çevrilebilir mevduat) keşfedilmiştir.. Kısaca "sen bana dövizini ver, ben sana olunca veririm" olarak tarif edilen bu sistem sonunda "yaw sen dövizini döviz olarak geri istiyorsan epey bir süre bekleyeceksin, ama karşılığı TL'yi ülkede mevcut yabancı sermaye işletmelerinin hisse senetlerinin satın alımında, yabancıların Türkiye'deki turizm yatırımlarında, fason imalat yaptırılmasında, navlun ödemelerinde kullanabilirsin"e dönüştü.. Sonunda bu borçlar tasfiye edilir ama devlet gene maçın ortasında kuralları değiştirerek oynamıştır. 1980'lerin başında bu alacaklar yurtdışında 1 doları 18 centten işlem gördü.. (Bu konuda daha fazla bilgi isteyenler için : http://dövizecevrilebilirmevduat.nedir.com sitesine bakabilirler)..

1983 Özal iktidarıyla ülke başka bir boyuta geçmiştir.. Necip halkımız vergi vermeyi sevmediğinden devlet de seve seve almayı tercih ettiğinden olay "fonlar" vasıtasıyla soyma boyutuna geçmiştir.. Bu anlayışla devlet ilk akla gelen :

- Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik fonu (Fak-Fuk-Fon)
- Kamu Ortaklığı Fonu
- Toplu Konut Fonu
- Savunma Sanayii Destekleme Fonu
- Tanıtma Fonu
- İhracatı Geliştirme Fonu
- Afetler Fonu
- Özel Sektöre Maden Kredisi Sağlama Fonu (!)
- Faiz Farkı İade Fonu
- Organize Sanayi Bölgeleri ve Küçük Sanat Siteleri Fonu
- Sanayi Kredisi Fonu
- GAP Bölge Kalkınma Fonu,

gibi akla hayale gelmeyecek fonlarla soygun başlamıştır.. Öyle ki 1992 ye gelindiğinde tam 105 fonun gelirleri bütçe gelirlerinin %57'sine ulaşmıştır.. Anlaşma aslında iki tarafın da zevk aldığı bir anlaşmadır..  Halkımız, vergi ödemeyerek zevk almakta, devletimiz de şeytanın aklına gelmeyecek formüllerle o vergiyi seve seve tahsil etmektedir.. Bütçe dışı fonlar esasen zor unsuruna dayanmaktadır, ama olsun mutabakat oldukça kim karışabilir.. 

Bu kadar değil tabii.. 12 Eylül faşist darbesinin ardından gelen ekonomi yönetimi faizlerdeki narhı kaldırınca faizler kudurdu.. Devlet sübvansiyonu kalkınca halkın elindeki paralar bankerler vasıtasıyla bankalara oradan da bankası olan sanayicilere aktı.. Para azdı ama altın vardı, millet elindeki bilezik, kolye, yüzük ve hatta evlilik alyanslarını satıp faize yatırdı..  Köşebaşı bankerleri dışında banka sertifikaları pazarlayan bankerler de vardı.. Bunlardan en büyüğü olan Cevher Özden nam-ı diğer Banker Kastelli batmadan önce tam 10 bankanın mevduat sertifikalarıyla sisteme 2,5 milyar dolar aktardı.. (2,5 milyar doları düşünürken, Türkiye'nin o tarihteki ihracatının o kadar olduğunu göz önüne alın..) Tabii, sistemin %150 ile toplanmış bu kadar büyük parayı ödeyecek parası yoktu.. Hem devlet onlara parayı bankerlere verin dememişti ki.. Önce Kastelli yurtdışına kaçmaya ikna edildi, o gidince en büyük medya kuruluşu "Kastelli kaçtı" diye manşet attı, manşetten sonra devletin maliye bakanı "vatandaş kumar oynamıştır" dedi, cunta dönemin başbakan yardımcısı ve maliye bakanını (Turgut Özal ve Kaya Erdem) istifaya zorladı.. Ha, para ne mi oldu.. Faizsiz zamana yayılarak, enflasyon ortamında pul edilerek ödendi.. Hem canım parayı verenler bu faizleri alırken ödenmeyeceğini düşünmemişlerse devlet ne yapsın..

Bitti mi ? Biter mi...

Halkımız tasarruf edemiyor, edemeyince de ev sahibi olamıyor diye düşündü devlet-i ali.. Hemen 1986 da Konut Edindirme Yardımı (KEY) icat edildi.. Millet yine seve seve maaşlarından kesinti yapılmasına razı oldu.. Para Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı İdaresine yatırıldı.. 1 dolar 600 lirayken başlayan mecburi kesintiler 1995 e kadar dolar 30,000 lira oluncaya kadar devam etti.. Enflasyon ortamında pul edilen para hak sahiplerine dolar 1,500,000 lirayken (2008 de) iade edildi.. Devlet bu paranı yer mi.. Yemez, piç eder.. 

Sonra ...

Halkımız ve çalışanlarımız tasarruf etmeyi bilmemektedir.. 1988 yılında bir yasa çıkarılır adı da güzeldir ha !! Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabı Kanunu ..  Hem canım sadece çalışanlardan kesilmeyecektir, devlet de bu hesaba para yatıracaktır, yeter ki vatandaş para biriktirsin, valla kötü bir niyetleri yoktur.. 15 yıl sonra bu kanun ortadan kalkar, paralar da pul olarak ödenir..

Efendim badehu..

2000 yılında İşsizlik sigortası Fonu kurulur.. Amaç işsiz kalanların mağdur edilmesini önlemek gibi ulvi bir mevzudur.. 2015 yılı sonuna kadar bu fonda faiz dahil biriken para 130 milyar lirayı bulmuş durumda.. Fondan bugüne kadar işsizlik maaşı olarak işçilere ödenen para sadece 10,8 milyar lira.. Devletin malıymış gibi devletin buradan GAP ve diğer kalkınma projeleri için Hazine'ye aktartığı para 10,4 milyar lira.. İŞKUR'a aktarılan 4,3 milyar..  Kalan 93,1 milyar nerede derseniz , Hazinenin bilançosuna bakın.. Orada Hazinenin Varlıkları içinde görünüyor.. Tabii canım işçiler kim ki, vatandaş değil mi.. Vatandaşın parası, devletin sayılır..  

Bitmez ki..

1999 da olan deprem felaketinin ardından deprem vergileri icat edilir.. 10 yıl içinde 24,1 milyar lira toplanır (20 milyar dolar) .. Ondan sonrasını bilemiyoruz, çünkü artık sayıştay çalışmıyor.. Ne birikti ne harcandı bilmiyoruz.. Depreme karşı önlemlerde kullanılmak üzere verdiğimiz paralara ne olduğunu soranlara mevcut Başbakan Yardımcısı eski Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in verdiği cevap hala kulaklardadır.. "Yol yaptık ya"...

Bu kadar değil elbette.. Sürüyle var daha.. Ama bu kadarı bile beni yordu.. Kalanını da siz bulun..

Şimdi de BES'i mecburi yapacaklarmış..

Esasında BES başlı başına bir yazı konusu.. Başka bir zamana inşallah..

Kürtlerin dediği gibi..

EDİ BESE !